Faiz artışı gerekli miydi? Ya da, Merkez Bankası bu sefer faiz artırmayarak doğru mu yaptı?
Bir kere piyasada zaten faizler yüzde 20,0’nin üzerine çıkmış durumdayken, Merkez Bankasının yüzde 17,75’den piyasaya 130 milyar civarında para vermesi ne ifade ediyor?
Önce MB’nin şu önemli açıklamasını not düşelim: “Son dönemde açıklanan veriler iktisadi faaliyette dengeleme eğiliminin belirginleştiğine işaret etmektedir. Dış talep gücünü korumakla birlikte iç talebe dair yavaşlama sinyalleri artmaktadır.”
Merkez kısaca diyor ki; ekonomide iç tüketim yavaşlıyor ve ekonomi soğumaya başladı. Yani çok övündüğümüz ama başımıza çok iş açan suni büyüme bitiyor.
Merkez Bankası faiz artışı ile iki temel amaç gözetmektedir:
1-) Yüksek faiz ile TL’nin cazibesini artırarak, tasarruf sahiplerinin paralarını döviz yerine TL’ye yatırmalarını sağlamak.
2-) Yüksek faiz ile tüketimin cazibesini azaltarak tasarrufun cazibesini artırmak, yani talebi kısmak ve ekonomiyi soğutmak.
Merkez Bankası açıklamasında diyor ki, iç talep zaten daralıyor. Faiz artışı ile daralan iç talebi daha da daraltarak krize sürüklemek felaket getirir.
Bizim bilmediğimiz, ama onların bildiği elbette ciddi veriler vardır. Ve muhtemelen de iç talep tahminlerin ötesinde daralma yaşıyordur. O zaman Merkezin kararı oldukça doğrudur.
Bakın size kriz dönemi olan 2008 yılından örnek vereyim: Merkezin faiz oranı yüzde 20,25’dir ama piyasada kriz başlamış ve faizler yüzde 23,0’lere çıkmıştır. Merkez Bankası 23 Ekim günü toplanmış ve faizleri bırakın artırmayı, 50 baz puan düşürerek 19,75’e çekmiştir. Ardından bir iki günde piyasada faizler yüzde 25,0’lere çıkmış ama sonrasında o kadar hızlı düşüş olmuştur ki, Nisan 2009’da piyasa faizleri yüzde 12,0’leri görmüştür.
Kısaca, önümüzde eğer bir kriz-durgunluk var ise faizlerde düşüş beklemek çok daha doğaldır.
İyi de piyasada durgunluk var mı?
Elimizde beyaz eşya satışlarında geçen yıl ÖTV indiriminden kaynaklanan sağlıksız bir düşüş verisi vardır. Konut satışları ise gayet iyi durumdadır. (TÜİK böyle açıklıyor)
En sert hareket Haziran ayı otomotiv satışlarında görülmüştür. Geçen yılın haziran ayına göre satışlarda düşüş yüzde 39,0’a ulaşmıştır. Ama burada şu noktayı verelim: Kaybedilen satışın telafisi için yüzde 64,0 artış olmalıdır.
Bir başka veride ithalattır. Gümrük Bakanlığının verilerine göre haziran ayında ithalat geçen yıla göre yüzde 3,6 azalmıştır. Enerji düşüldüğünde ise ithalattaki daralma yüzde 9,8’e ulaşmaktadır.
Eğer Merkezin uyarısı doğru ise temmuz ayında ithalatta yüzde 20’lere varan bir daralma ile karşılaşmamız hiç sürpriz olmayacaktır. Zaten haziran ayında yüzde 78,3 olan kapasite kullanım oranı da yüzde 77,1’e geriledi. Kapasite kullanım oranında yaz mevsimi nedeniyle 0,3 - 0,5 puanlık daralma anlaşılabilir ama bu sefer düşüş 1,2 puan oldu. Bu ciddi bir uyarı olsa gerek.
Erken uyarı verileri aslında başka göstergelerde de görülüyor. ISO-PMI endeksi nisan ayından bu yana baz puan 50’nin altında seyrediyor. Sanayi üretimi mevsim etkilerinden arındırıldığında geriliyor vs vs...
Şimdi gelelim işin diğer tarafına.
Merkez Bankasının bile ekonomide sıkıntı var ilanına rağmen “Tüketici Güven Endeksi” 21 ayın zirvesine çıktı. Mevsim etkilerinden arındırılmış hizmet sektörü güven endeksi ise yüzde 0,7 artarken, yine arındırılmış perakende sektörü güven endeksi de yüzde 3,1 arttı.
Ya inşaat sektörü? Orada da mevsim etkilerinden arındırılmış güven endeksi artışı temmuz ayında yüzde 2,4’e ulaşıyor.
Sokaktaki vatandaş açısından en önemli gösterge tüketicideki güven durumudur. Bakın orada nasıl bir süreç yaşanıyor:
Ekim 2016’da yüzde 74,0 olan güven oranı, sonraki aylarda çok sert düşüşler yaşamış ama 21 ay sonra ilk kez temmuz 2018’de güven oranı yüzde 73,1’e çıkmış. Halen ekim 2016’ya göre yüzde 1,3 aşağıdayız.
Peki, ekim 2016-temmuz 2018 arasında tüketici güveninde ne gibi değişimler yaşanmış?
-Ekonomiye güven azalmış ama eskiye göre... Önümüzdeki dönem beklentisi daha az düşmüş. Mevcut dönem tasarruf etme uygunluğu düşmüş ama gelecekte tasarruf etme ihtimali acayip yükselmiş. Tüketici şimdi borç kullanamam ama gelecekte borç kullanırım diyor.
Tüketici bir de ne diyor; “otomobil alırım ama konut alamam”.
Kısaca birbiri ile çelişen ama bugün karamsarlık olsa da geleceğe hala umutla bakan bir profil duruyor karşımızda.