Aslında kamu kaynakları değil; ‘kamusal gücü kullanarak nereye kadar’ dememiz lazımdı.
Bakan Albayrak, mevcut duruma ‘Dengelenme’ diyor. Ama kuyunun dibinde tepişmekten başka bir şey değil yaşadığımız.
Kamu kaynaklarını değil, çünkü zorlama kaynaklar kullanıyoruz. Merkez Bankası’ndan öyle ettik, böyle ettik 80 milyar 787 milyon lirayı Hazine’ye aktardık. Geçen yıl bu tutar 15 milyar 085 milyon liraydı. Buna rağmen bütçe açığı 68 milyar 106 milyon lira.
Bütçe açığında iki temel neden var. A-) Bazı vergi gelirleri o kadar sert düşüyor ki, toplam vergiler ilk sekiz ayda sadece 22 milyar liralık artışla 432,7 milyar liraya çıkabildi. Bir seferlik gelirler sayesinde ilk 8 ayda toplam gelirler 590,7 milyar liraya çıktı. Geçen yıl ilk 8 aylık bütçe gelirleri 485,7 milyar liraydı.
B-) Bütçe giderlerinde adeta uçar gibi sert bir artış yaşıyoruz. Geçen yıl ilk sekiz ayda 536,5 milyar lira olan bütçe harcamaları bu yıl aynı süre zarfında 658,8 milyar liraya çıktı. Bu bütçenin 173,4 milyar lirası kamu personel SGK gideri, SGK Hazine yardımı ve Sosyal, Emeklilik ve Sosyal Yardım Giderleri adı altında SGK’ya gidiyor. Personele ödenen net 167,3 milyar lira ile toplandığında ediyor size 341 milyar lira.
Böylece bütçenin yarısından fazlası memur ve emekliye gitmiş oluyor. Eski tarihlerde bu oran yüzde 45 civarındaydı. Artan SGK ve personel maliyeti bütçeye ek 45 milyar lira yük bindirmiş oldu.
Elbette bütçede savurganlık ve Ankara’nın şişmanlığı temel sorun. O zaten bilinen bir mesele.
***
Sorun sadece merkezi bütçede değil elbette. Bunun yanında asıl bir başka sorun da kamu bankaları. Çünkü kamu bankaları eliyle de genişlemeci politika sürdürülüyor.
BDDK verilerine göre 04 Ocak 2019 haftasında 1 trilyon 431 milyar lira olan TL kredileri 06 Eylül 2019 haftasında 1 trilyon 518 milyar liraya yükseldi. Toplam kredilerdeki artış 86,5 milyar lira.
Oysa aynı dönemde kamu bankalarının verdiği krediler 96,4 milyar lira artışla 640,9 milyar liraya yükseliyor. Burada diğer bankaları şu şekilde izah edelim:
Özel bankalar sadece 2,9 milyar lira kredi artışına gidiyor.
Yabancı bankalar ise 8,6 milyar lira kredilerini azaltıyor.
Katılım bankaları ise 3,0 milyar lira kredi azaltıyor.
Hatta katılım bankalarının kredi azalışı yüzde 2,6 olan yabancı bankalara karşı yüzde 3,8 oranı ile çok daha yüksek.
Aynı dönemde yabancı para kredileri de 180,8 milyar dolardan 175,7 milyar dolara geriliyor. Kamu bankaları adeta para saçarak değirmeni döndürmeye çalışıyor. Ama aynı zaman diliminde kamu bankalarının TL mevduatları sadece 48,8 milyar lira artış gösteriyor.
Kamu Bankaları kaynaklarını döviz hesaplarındaki 12,1 milyar dolarlık artışla telafi ediliyor. Ama burada tabii ki kaynak döviz iken kredi TL oluyor.
Ya da bir başka ifade ile kamu bankaları ciddi bir döviz riski üstlenmiş oluyor. Zaten ilk 7 aylık bilançoda kamu bankalarının sermaye piyasası işlemleri zararı 8,7 milyar lira oldu. Böylece geçen yıl ilk yedi ayda 8 milyar 874 milyon lira olan kamu bankalarının karları bu yıl 4 milyar 547 milyon liraya düştü.
Burada mesele şu anki stok kâr zarardan daha ziyade üstlenilmiş olan risk potansiyelidir. Bir tarafta döviz mevduatına karşı verilen TL kredileri yer alırken, diğer yanda ise tahsil imkânı siyasi etkili kredilerdir.
Mesela futbol kulüpleri, basın yayın satın alımları vs gibi riskler hesap edilmelidir. Çünkü biz kamu bankalarının siyasi irade ile kullanılış maliyetini 90’lı yıllarda görmüş ve 2001 krizinde çok acı faturasını ödemiş bir toplumuz.
***
Şimdi asıl meseleye gelelim: Kamu bütçeden ve kamu bankalarından etrafa para saçarken ne kadar verimli oluyor?
Hatırlayın 2002-2007 dönemini. Kamu adeta kemer sıktıkça çok daha yüksek büyüme özel sektörden gelmişti. Çünkü özel sektör siyasi karar vermiyor, sermayeyi daha verimli kullanıyor.
Bugün Kamu eliyle etrafa onca para veriyoruz ama yatırımlar mı artıyor? Verimli yatırımlar ile istihdam mı sağlanıyor?
Futbol kulüpleri ya da medya satın alma kredileri ile Türkiye ekonomisine ne kadar büyüme katkısı verilmiş oldu?
Şehir Hastaneleri, paralı otoyol ve köprü kredileri, hazine garantili havalimanları kredileri bize ne tür bir ekonomik kalkınma sağlayacaktır?
Oysa bizler ‘Varlık Fonu’ kurulurken risk sermayesi gibi teknolojik bir kalkınma hamlesini hedeflemiştik.
Bugün ülke olarak üstlenilen risk maalesef birkaç futbolcu veya köşe yazarı riski haline geldi. Bu risklerin neresi bir büyüme ve kalkınma hamlesi olarak ortaya sürülebilir?