Türkiye son yıllarda yarattığı istihdam ile övünen bir ülke. Gerçekten de kriz sonrası istihdam miktarımız 7 milyon kişiden fazla artış gösterdi. İnanılmaz bir başarı öyküsü.
2008 yılında 20 milyon 604 bin olan çalışan sayımız Mayıs 2016’da 27 milyon 867 bin kişiye ulaşmış oldu. Bu kadar istihdama rağmen işsiz sayısı azalmadığı gibi artış gösterdi. 2008 yılında 2 milyon 295 bin kişi olan işsiz sayısı Mayıs 2016’da 2 milyon 895 bin kişiye yükseldi.
Benim istihdamla ilgili genel tavrımı önceki yazılarımdan yeniden hatırlatmak istiyorum. Büyüme oranının düşmesi ile hizmetler ve kamu sektörü ağırlıklı istihdam artışının bir refah artışı oluşturamayacağını belirtmiştim. Hatta bu konuda “istihdam ve yozlaşma” başlığında yazılar kaleme almıştım.
Olaya şöyle bakın: 2005 yılından 2008 yılına bu ülkede çalışanların sayısı 19 milyon 633 bin kişiden 20 milyon 604 bin kişiye çıkıyor. Sadece 971 bin kişi iş buluyor. Yani 2005-2008 yılları arasında istihdam artışı sadece yüzde 5,0’dir. Aynı dönemde ise GSYH, yani ekonomik büyümemiz ise yüzde 12,6 artış gösteriyor. Kısaca büyüme oranının 1/3’ü oranında istihdam artıyor.
Oysa 2008 yılından 2016 yılına kadar ekonomik büyümemiz yüzde 28,8 oranındadır. İstihdamdaki artış oranı ise yüzde 29,2 ile GSYH artışından bile daha fazladır. Anlayacağınız 2008 yılından sonra yaşanan istihdam artışı bir ekonomik değer üretiminden mahrumdur. Peki büyüme olmadan istihdam oluyorsa bu durum ücretlere nasıl yansıyor?
Burada TUIK’in yayınladığı Sanayi İşgücü Girdi Endeksleri verisine bakıyoruz. Özellikle sanayi sektörüne bakıyoruz, çünkü ekonominin temel çekirdeğini sanayi oluşturmaktadır.
Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış sanayide brüt ücret-maaş endeksi 2013 yılı ilk çeyreğinde 144,3 seviyesinden 2016 yılı ikinci çeyreğine 232,4 seviyesine yükseliyor. Aynı dönemde Tüketici Fiyat Endeksi ise 217,65 seviyesinden 277,92 seviyesine yükseliyor. Buradan ne anlıyoruz? Aradan geçen 3 yılda sanayide brüt ücret seviyesi yüzde 61,0 oranında artıyor. Brüt ücretlerin yüzde 61,0 arttığı aynı dönemde oluşan enflasyon ise sadece yüzde 27,7 seviyesinde kalıyor.
Kısaca TUIK hesaplamalarına bakılırsa sanayide çalışanlar son 3 yılda enflasyonun iki katından daha fazla bir ücret artışı yaşamışlar.
Şimdi tabloyu özetleyelim: Son dönemlerde istihdam artışı ekonomik değer yaratmadan oluşuyor. Yeni refah artışı olmadan ortaya çıkan istihdam artışına karşılık ücretlerde bir düşüş değil, tersine enflasyonun iki katından fazla bir artış yaşanıyor. Yani çalışan kazanıyor, bir değer yaratmasa bile kazanıyor.
Çalışanların çok kazandığı bir ülke olmalıyız ki tasarrufların yetersizliği nedeniyle zorunlu BES gibi bir uygulama hayata geçirildi. Artık 46 yaşın altındaki herkes zorunlu olarak ikinci bir bireysel emeklilik fonuna katılmak zorundadır.
***
Şimdi olayın bir başka yönünü daha ele alalım. 2008 sonrasında yaşanan istihdam artışında özellikle kamu kesimi ağırlık kazanıyor. Hatta doğrudan kamu hizmeti olmasa bile kamu destekli istihdam özellikle yoğun artış göstermiştir. Bugün kamu kesiminin direkt istihdamı 3 milyon 622 bin kişiye ulaştı bile.
Bildiğiniz gibi kamuda çalışmak ile özel sektörde çalışmanın ülkemizde vergi ve diğer Anayasal haklar açısından farklılıkları vardır. Veya biraz daha açarak söyleyelim: Eğer devlette çalışıyorsan Anayasanın maddesi eşitlik dese bile özel sektörde çalışanlara göre daha az vergi ödersin. Mesela iki kişi düşünün; her ikisi de 4 bin lira brüt ücret alıyor. Bu iki kişiden A kişisi devlette çalışıyorsa özel sektörde çalışan B kişisine göre yaklaşık yarı yarıya daha az vergi ödeyecektir. Ve kamuda çalışan kişinin eline daha yüksek ücret geçerken özel sektörde çalışan kişi kamuyu besleyecektir. Dedim ya Anayasa eşitlik dese bile mahkemeyi oluşturanlarda sonuçta kamuda çalışanlardan oluşuyor.
Bugün ülkemizde ekonomik dengeleri birbiri ile uyumlu hale getirmemiz gerekiyor. Yani eğer bir ekonomik büyüme sağlanamadan istihdam artışı ve ücret artışı normalin ötesinde artıyorsa ortada bir sorun var demektir.
Artan maliyetler özel sektörün üzerinde ağır yükler oluşturarak büyüme ve sürdürülebilir kalkınmayı engelleyecek noktaya ulaşabilir. İşte bu nedenle yüklerin dengeli dağıtımı ve sürdürülebilirliğin sağlanması için politikaların yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini defalarca dile getirip duruyorum.
Bugün çok acil olarak Derviş-IMF programının temel ayaklarında değişikliklere gitmemiz gerekiyor. Enerji politikasında acil doğalgaz fiyatlarında indirime giderken, maliyet artırıcı maliye politikalarını da gözden geçirmemiz elzemdir. İstihdam ayağında ise ortaya çıkan altı boş sonuçlarla sevinmek kadar bu boşlukları da bir an önce doldurmamız gerekiyor. Yoksa yarınların daha güzel olması için bugünden çok çalışmamız gerekiyor. Aksi durum hayalden başka bir şey olamaz. Lütfen sorunlarla yüzleşelim ve sorunları çözelim.