Fakir miyiz yoksa zengin miyiz? Mesela AK Parti öncesi araba var mıydı? Varsa kullanabiliyor muyduk? Yol, köprü gibi hizmetler var mıydı?
Biraz tarihe bakalım:
1970 yılında İstanbul Boğaz Köprüsünün temeli atıldı. O tarihte Türkiye’de toplam araç sayısı 370 bindi. Evet, sadece koca Türkiye’de 370 bin araç varken İstanbul Boğaz Köprüsü yapılıyor. 1973 yılında köprü hizmete açıldığında ise toplam araç sayısı 543 bine yükselmişti.
1985 yılında ise Fatih Sultan Mehmet Boğaz Köprüsü’nün temeli atılır. Artık araç sayısı 2,4 milyon adete çıkmıştır. 1988 yılında ise FSM hizmete açıldığında araç sayısı 3,1 milyona çoktan ulaşmıştır.
2002 sonunda AK Parti iktidara geldiğinde ülkemizde toplam araç sayısı 8,7 milyon adete ulaşmıştı. Ama AK Parti 3. Köprü inşaatına ancak 2012 yılında başlayabildi. Ve o tarihte araç sayımız 17 milyonu aşmıştı bile.
Burada iki noktaya dikkatinizi çekeceğim:
1- Araç sayısı hızla artmasına rağmen AK Parti nedense Boğaz geçişine bir türlü yatırım yapmadı. Trafik sıkışsın ve ihtiyaç en üst düzeye çıksın diye beklenildi.
2- Eskiden Türkiye ekonomisi zayıftı. Adeta yemek bile zor yiyorduk!.... AK Parti geldi ve Türkiye uçtu... İyi ama o zaman neden yatırımlar bu kadar geciktirildi? Ama asıl soru şu: Demirel 70’lerde köprü yapacak parayı buldu... Özal’da 80’lerde köprü yapacak parayı buldu... O zaman neden Erdoğan köprü yapacak parayı 2010 sonrası ekonomisi uçan Türkiye’de neden bulamadı?
Neden Hazine garantili yollar yapılıyor ama millet bu yolları kullanamadan parasını kat be kat fazla olarak ödüyor?
Paramız yok diye 1,5 milyar dolarlık Osmangazi Köprüsüne 13 milyar dolar ödeyeceğiz. Neden?
***
Ama fakirliğimizin göstergesi bunlar değil elbette. Asıl iki temel fakirlik göstergesine dikkatinizi çekeceğim.
1- Fakirlik arttıkça toplumda gayrimeşru işlere yönelim de artıyor. Çalışılarak kazanılamayan parayı havadan yani kolay yoldan kazanmak istiyoruz. İşte tam da bu zamanlarda mafyatik eğilimler ilgi görüyor ve toplumu zehirlemeye başlıyor.
Bugün Türkiye söylenildiği gibi zengin ve müreffeh bir ülke olsaydı bütün bunlar başımıza gelir miydi?
2- Genel anlamda zenginleşen toplumlarda nüfus artışı yavaşlıyor. Nitekim Türkiye’de de benzer eğilim vardır. Lakin kısa süreli doğum dalgalanmaları ekonomik duruma bağlı seyretmektedir.
“Aç karnına çocuk olmuyor” başlıklı yazımda verileri aktarmıştım. 2001 krizi sonrası düşen doğum sayısı ekonomi düze çıkınca yeniden 2004’te artmaya başlıyor. 2003-2007 arasında doğum sayısı 91 bin artış gösteriyor. Ardından küresel krizle 2011 yılına kadar düşen doğum sayısı 2015 yılına kadar yeniden artıyor.
Fakat sürekli gerileme 2014 sonrası başlıyor. Mesela 2015 yılında 14,2 bin azalan doğum sayısı sürekli düşmeye devam ediyor. 2014-2020 arasında doğum sayısı 238,2 bin bebek azalarak tarihi düşüklük yaşıyor.
Kadın başına 2,10 olan nüfusu başa baş seviyede tutacak doğum sayısı artık 1,76’ya gerilemiş durumda.
Göçmen nüfus olmasa 2018’den beri gerileyen bir toplam nüfus olacak. Farkı göçmenler ile kapatıyoruz.
Bugün meydanlarda ne kadar rakamlarla oynayarak ahkam kesebiliyorsak keselim. Karşımızda bir gerçek var ki, o da evlat sahibi olmaktan çok uzak bir ülke olduk.
Açlık, yoksulluk bizi yeniden mafyatik ortama sürükledi. Ama daha da önemlisi fakirlik ve işsizlik aileleri çocuk yapamaz noktaya getirdi.
Hatta şunu da belirtelim: Lise altı eğitimli kesimde hızla düşen çocuk sayısı da işsizliğe bağlı şekilleniyor. İş bulan üniversite mezunlarında ise çocuk sayısı tam tersine artış gösteriyor.
***
Bir taraftan zenginiz diyor ama ne yolları ne köprüleri ne havalimanlarını, ne de hastaneleri yapamıyor ve Hazine garantisi vererek müteahhitlere yaptırıyoruz. Ama diğer taraftan da ‘Dünya bizi kıskanıyor’ lafları ile sahnenin diğer tarafında ahkam kesiyoruz.
Ne söylersek söyleyelim ki bize iki temel gösterge her şeyi anlatmış oluyor: İlk olarak çocuk yapamaz noktaya gelen bir kriz dönemi yaşıyoruz. İkinci olarak ise çalışmaktan ve çalışarak kazanmaktan umudunu yitiren toplum olarak mafyatik eğilimlere giriyoruz.
90’lara geri dönmüş olan ülkemiz için asıl mesele ileriye atılan birikmiş sorunlar olsa gerek. O nedenle muhalefetin çok ama çok aşırı çalışması gerekiyor. Aksi halde ülke olarak epeyce büyük bir fatura ödeyecek ve belki de toplumsal çöküş yaşamış olacağız.
İktidarın sorun çözemediğini, bilakis hamasi söylemlerle sorunları halının altına süpürdüğünü bütün uzmanlar görmektedir. Bakalım geleceğimizi nasıl kurtaracağız?