Gizli bir el değdi. Artık her yıl yabancı sermaye ihtiyacımız önce 10 milyar dolarlara, sonra da 50-60 milyar dolarlara çıktı. Yıllarca cari açığı hiç sorun edinmedik. “Finanse edildiği sürece sorun değildir” dedik.
Biraz frene basalım, büyümeden feragat edelim dedik ama açık bir türlü 30 milyar doların altına inmedi. Kurları artıralım dedik ve TL’nin değerini 2003 seviyesine getirdik, ama yine olmadı. 2003 yılında -7,5 milyar dolar olan cari açık, şimdilerde ise (Mayıs 2017) yıllık -35,3 milyar dolarda.
Biraz eski verilere baktım.
1975-2003 arasında birikimli cari açık tam -40 milyar 179 milyon dolar. Doları elbette ABD enflasyonu ile yeniden değerlemek gerekiyor. 80’lerin 100 doları ile şimdiki 100 dolar aynı değil tabii. Ama aradaki uçurum o kadar fazla ki... 2003 yılından Mayıs 2017’ye kadar cari açık toplamı tam -517 milyar 361 milyon dolar.
Önceki 28 yılda : -40.179 milyon dolar
Son 13,5 yılda: -517.361 milyon dolar cari açık vermişiz.
Özal öncesi bazı yıllarda, mesela 1977 yılında -3.140 milyon dolar, 1980 yılında 3.408 milyon dolar cari açığımız oluşmuş. Rahmetli Turgut Özal’ın ekonomiye damgasını vurduğu 1981-1991 arasında bir daha böyle bir cari açık görülmemiş.
Anılan 11 yıllık dönemde Türkiye ekonomisi reel olarak yüzde 67,7 büyüme göstermiş. Sonraki 11 yıllık dönemde ise büyüme oranı yüzde 42,2’de kalmış. Ve en son 11 yıllık (2002-13) dönemde büyüme yeniden yüzde 69,0’a çıkmış.
Yüzde 67,7 büyüme döneminde -9.372 milyon dolar olan cari açık,
Yüzde 69,0 büyüme döneminde -344.271 milyon dolara çıkıyor.
1987 fiyatları ile üretim gücümüzü gösteren imalat sanayi Özallı yıllarda (1980-91) tam yüzde 106,5 büyüyor (GSYH reel büyümesi %67,7).
Sonraki 11 yıl içinde ise, %42,2 reel GSYH büyümesine karşılık imalat sanayi %49,6 büyüyor. Ve son 11 yıl...(2002-2013). Reel GSYH büyümesi %69,0 ama imalat sanayi büyümesi %83,5.
Kısaca Özal döneminde imalat gücümüz reel anlamda %106,5 büyüyor, ama sonradan nerede ise aynı büyüme oranında imalat gücümüz %83,5 artıyor. Aradaki farkı da, 344 milyar dolarlık ithalat fazlalığından oluşan cari açık kapatıyor.
Bunu yeniden neden yazdım?
Özal hakkında neo-liberal politikalar ile ülke ekonomisinin yabancı mallara açıldığı anlatılır. Oysa eski yıllara oranla aldığımızdan daha çok mal satmışız. 10 sente muhtaç ülkeden, üretim gücünü iki kattan fazla büyüten ülkeye gelmişiz.
Ya bugün?
Maliye politikası nihayet!
Geçen hafta sonu Maliye Bakanı Naci Ağbal ile önemli bir sohbette bulunduk. Bence tarihi değişim işaretleri içeren bir sohbetti.
Hatırlarsanız yazılarımda sürekli vurguladığım bazı noktalar vardı:
1-) Türkiye 30 yaşında genç ve dinamik bir ülkedir. Bizim için ekonomi politikaları 60 yaşındaki yaşlı ülkelerle aynı olmamalı. Mesela enflasyon... Evet, tek hanede olmalı ama ısrarla yüzde 3-4 bandına inmemeliyiz. Nabzımız yüksek, genciz ve tüketiyoruz (üretimi biraz unuttuk). Orta vadede yüzde 4-6 bandı gençlik nabzımızı öldürmeyecek bir seviyedir.
2-) Türkiye ‘orta gelir tuzağında’ bir ülke değildir. Türkiye “Orta Yaş Fırsat” ülkesidir. Büyümeyi buna göre hedeflemeliyiz. Yıllık yüzde 3-5 büyüme hedefleri bizim için başarısızlıktır. Bu gidişle yarın yaşlandığımızda fakir olarak kalacağız.
3-) Kamu ucuzlatıcı ve kolaylaştırıcı yatırımları hiç kesmemelidir. Israrla fahiş fiyatlı (Özel sektöre yaptırılan) köprü ve otoyollara karşı çıktım. Benzer karşı çıkışım diğer kamu yatırımlarına da (Şehir Hastaneleri dahil) Gelecek nesillere yüzmilyarlarca dolar borç bırakan yüksek maliyetli bu yatırımları kamu gelirleri ile yapmalıyız.
Maliye Bakanı Sayın Naci Ağbal bazı işaretler verdi. Mesela üretim üzerinde yük olan KDV sisteminin 32 yıl sonra revize edileceğini açıkladı. Bir diğer büyük reform ise gelir vergisi olacak.
Bakınız geçen yıla göre tarlada fiyatı aynı olan bir çok sebzenin fiyatı, İstanbul’da raflarda yüzde 20-30 daha pahalı. Neden mi? Bence Akdeniz ve Ege bölgelerinden kamyonla gelen bu ürünlerde artık Osman Gazi Köprü fiyatı, Yavuz Sultan Selim Köprü ve otoban fiyatı ekleniyor. Taşımacılıkta kamyon başına akaryakıt artışı ile yaklaşık 3-4 bin lira ek maliyet oluştu. Bunun olacağını geçen yıl “Kamusal Fayda” başlıklı yazılarımda siz okurlarıma aktarmıştım.
Oysa Devlet vergi ve diğer gelir toplamakta çok mahir. Hatta sıkça derim; Ankara çok şişmanladı. Ankara zayıflamadan ekonomik büyümemiz zor. Üretimin, yatırımın önünde en büyük engel Ankara...(Gerçi son yıllarda dış politika ve siyaset-hukuk etkisi daha ağır basıyor)
Dünya’nın bir numaralı yatırım teşviklerine ve sonuna kadar açılan kredi musluklarına rağmen para bir türlü yatırıma gitmiyor. Cevabını iyi ararsak bence sorunu da çözeriz.
Ama en azından alıştığımız devletçi maliye politikası değişiyor. Ankara’yı besleme düşüncesi yerine giderek yatırımcı dostu-büyüme taraftarı maliye politikası geliyor. Umarım yatırımın diğer unsurları da en kısa sürede tamamlanır ve ülkemiz hak ettiği refaha ulaşır.