Bir önceki yazımızda "düşük faiz ekonomiyi büyütmüyor - şişiriyor" demiştik.
Faizler çok düşük kaldığında, sermayenin reel kesimde gayrimenkul-inşaat sektörüne aktığını gördük.
Faizler çok düşük kaldığında sermayenin finans kesiminde ise dolara aktığını gördük.
Batı ülkelerinde de durum çok farklı değil.
Gelişmiş ülkeler faiz oranlarını düşürdüğünde krediler ucuzluyor, ucuz krediye dayalı olarak konut ve otomobil sektörleri hemen şişmeye başlıyor. Mesela İngiltere'de enflasyon negatif seyrini sürdürüyor, ama konut fiyatları 2015 yılında yüzde 5,6 oranında artış yaşıyor.
Hollanda'da ise otomobil satışları 2015 yılında yüzde 15,9 oranında arttı. İspanya'da ise motorlu araç satışları yüzde 20,7 artış ile 1 milyon adeti geçti. Avrupa'da otomobil satışlarında artış rekoru yüzde 44,4 ile İzlanda da olurken, onu yüzde 29,8 ile İrlanda ve yüzde 26,3 artışla Portekiz izledi.
Türkiye'de de ucuz kredi desteği ile otomobil satışları ve üretimi 2015 yılında rekor kırdı. Üretim artışı yüzde 17,0'yi geçerken satışlar yüzde 26,1 oranını geçti.
Fakat, düşük faiz konusunda Türkiye ile gelişmiş batı ülkelerinde bir fark oluşmuş:
Faizler çok düşünce ABD olsun AB ülkelerinde olsun finansal sermaye borsalara yönelmiş. Türkiye'de ise borsaya giden bir para maalesef olmamış. Borsa hala aynı yerde seyrederken finansal sermaye yabancı paraya akmış. Yani faiz düşünce finansal sermeye Türkiye'de dolara koşmuş.
Borsa çalışmayınca dolar çalışmış.
Yabancı para mevduatları 73 milyar dolar artarak 183 milyar doları geçmiş.
Bu eğilimleri gördükten sonra önümüzdeki iki yol olduğunu anlıyoruz:
1-Ya düşük faize devam edeceğiz ve bunun karşılığı yükselen kurlar olacak
2- Ya da yüksek faiz vereceğiz ve bunun karşılığı düşen kurlar olacak.
Türkiye'de kurları korumanın karşılığı maalesef faiz olmak zorunda. Çünkü Türkiye, batı ülkeleri gibi sermaye piyasalarını çalıştıramıyor. Yerli yatırımcı faiz getirisi azaldığında parasını değerlendirecek bir başka yatırım alanı bulamıyor.
Verilere bakınca yüksek faiz maalesef yabancılar için yapılıyor diyemeyiz. Çünkü yabancılar faizler düşük olduğunda da Türkiye'ye oluk oluk döviz getirmeye devam etmişler. Faiz düşünce dolar almaya koşan yerliler olmuş.
Eğer dolarda yükselişi önlemek istiyorsak yerli yatırımcıların dolar almasının önüne geçmemiz gerekiyor.
Yani faizler artırılacak.
Peki, Merkez bankası ne yapacak?
Veya Merkez Bankası ne yapıyor? Neden faizleri düşük tutuyor? Siyasi baskından dolayı mı faiz artırmıyor?
Şimdi size iki tablo veriyorum:
İlk tablo dolar borçlarını gösteriyor. GSYH karşısında dolar borçları ne olmuş?
(GSYH'yı sabit fiyat üzerinden aldık; çünkü dolar/tl kurundaki oynaklık borç oranını yanlış gösterebiliyor. Mesela dolar/tl kuru arttığı için dolar bazında GSYH hızla gerilerken dolar borçları değişmiyor.)
Son 15 yıl içerisinde GSYH artışı yüzde 74,1 olmuş. Aynı dönemde dış borçlar ise (özel sektör) yüzde 418,6 oranında artış göstermiş.
Son verilere göre;
GSYH : 743 milyar dolar
Toplam dış borçlar: 405 milyar dolar
Kısa vadeli dış borçlar: 121 milyar dolar
Özel sektör dış borcu: 290 milyar dolar
Net Yatırım pozisyonu: -379 milyar dolar
Tablodan ve grafikten anlaşılan şu: Türkiye'de kurlarda yaşanan yükseliş ekonomide yüzde 50 oranında borç yükünü artırıyor. (Döviz açık pozisyonuna göre)
Dövizdeki yükselişin özel sektörü etkileme oranı ise yaklaşık yüzde 39,0
Hele birde vade açısından ele alındığında, kur yükselişinin kısa vadeli dış borçlar üzerinden etkisi yüzde 16'lar düzeyinde kalıyor.
Oysa faiz piyasasında durum çok daha farklı.
Şimdi ikinci grafiğe bakalım
Mesela 2002 yılında ülkemizde GSYH'nın sadece yüzde 11,5 büyüklüğünde bir kredi piyasası (faiz piyasası) bulunuyordu.
350 milyar TL GSYH'ya karşılık sadece 40 milyar liralık bir kredi piyasası vardı.
Aradan geçen yıllarda krediye bağımlılığımız öyle büyük bir artış gösterdi ki... Artık GSYH'nın yüzde 70'ine ulaşmış bir kredi piyasası mevcut.
Örneğin 2001 yılında faizler yüzde 3 binlere yükselmişti ama ekonomik küçülme yüzde 5,7'de kalmıştı. Oysa 2008-09 arasında faizler sadece yüzde 25'lere ulaştığında bile her taraftan kredi feryadı gelmeye başlamıştı.
Veya olayı şu şekilde izah edelim: 2001 yılında yüzde 3000 olan faiz oranları karşısında artık yüzde 30 faiz oranı daha büyük etki yapmaya başlamıştır. Çünkü nerede ise herkes ve her kesim krediye bağlanmış oldu.
İşte bu yüzden Merkez Bankası iki kötü arasında tercihini düşük faizden yana kullanmak zorunda kalıyor. Veya faizleri düşük tutmanın maliyeti dövizi yüksek tutmanın maliyetinden çok çok daha fazla etkili oluyor.
Döviz fiyatlarını düşük tutmanın yanında faizleri yüksek tutmanın maliyeti ekonomide çok daha ağır sorunlar oluşturma gücüne sahiptir.
Eğer Batı ülkelerinde olduğu gibi faizleri ucuz tutmanın karşılığında yerli yatırımcıya güvenli bir liman olarak sermaye piyasalarını-borsayı sunabilseydik çok daha şanlı olabilirdik.
Yerli yatırımcılar faizden kaçındığında dolar almak yerine hisse senedi alarak kar elde etme imkanı verebilir ve 73 milyar dolar yabancı para almalarının önüne geçebilirdik.
Dış borç ve Milli Hasıla Tablosu:
Faiz piyasası ve GSYH içindeki payı:
Faiz piyasasına bağlılık oranının yüzde 11'lerden yüzde 70'lere yükseldiği, mevduatın yüzde 120'sine ulaşan bir kredi oranına gelindiği ortamda doların çok düşmesini beklemek zor gözüküyor. Hele hele faiz artışı ile doların önünün kesilmesi çok daha ağır maliyet içeriyor.
Bu nedenle dolar/tl kuru için hedef gösterilen 3,15-3,17 aralığı çok daha rahat olasılık olarak önümüzde durmaktadır.
Türkiye maalesef sermaye oluşumunu unutup sermaye transferine odaklanınca ortaya çıkan sonuç bizi kötüler arasında tercihe zorluyor.
Bu nedenle "düşük faiz-yüksek kur" politikası bir zaruret olarak uygulanmaya devam edecek gibi görülüyor.