Ekonomi hakkında düşüncelerim genellikle karamsar olarak görülür. 2010-11 yıllarında Türkiye yüzde 9,0 büyüme oranları yakaladığında bile “sürdürülebilir değil” diye yakındığımda “yahu herkes muhteşem ekonomiden bahsederken sen gelmiş ekonomide sorun var diyorsun” derlerdi. Maalesef ekonomide zemini iyi tartışıp ne olduğumuzu bir türlü tanımlayamıyoruz.
Hatırlarsanız Nomura’nın gelişen ülkeler stratejisti T. Ash “asıl soru bu kadar fırsata rağmen neden başaramıyorsunuz olmalı” demişti. Evet, Türkiye bir fırsat ülkesidir. Hatta Türkiye için “orta gelir tuzağı” değil, “Orta Yaş Fırsatı” ülkesidir diye çok kez tekrarladım.
Dünyaca ünlü ekonomi profesörü Daren Acemoğlu geçen hafta ülkesine geldiğinde “yatırımsız ve borçla tüketime dayalı büyümeden çıkılmalı” dedi ve olay oldu. İyi de kardeşim aynı şeyleri 2007 yılından beri Yeni Şafak ve 2013 yılında Türkiye Gazetelerinde defalarca yazdım durdum. Hatta aynı şeyleri Türkiye’de bazı adı duyulmayan akademisyenlerde söyleyip-yazıp duruyor. Zaten mesele de burada... bunları söyleyenler yıllardır hiç görülmek istenmedi.
***
Türkiye AK Parti iktidarı ile özellikle siyasi alanda tarihi değişim yaşadı. Fakat siyasette yaşanan bu değişimin ekonomi alanında yeterince başarıldığını düşünmüyorum. Hatta hatırlarsanız “Ankara güçlenince ekonomi zayıflıyor” diye bir yazı da kaleme almıştım. Yani ekonomide öyle bir noktadayız ki Hükümetsizlik bile daha büyük büyüme oranları getirebiliyor. O olmazsa her şey biter derleri de o olmadığında 17 çeyrek büyüme rekoru kırıldı. Demek ki ekonomide bireye bağlı bir başarı yok.
Dinamik bir ülkeyiz ya; Kalkınma Bakanlığı verilerinden bir kaç nokta aktaracağım: Mesela çalışma çağındaki nüfusun oranı 80’de %55,9, 90’da %60,7 ve 2000’de %64,0 iken 2014’de %67,7’ye yükselmiş. Yani yaşlı ve çocuk nüfus oranımız çok az.
Kentleşme oranı 85’de %7,7, 90’da %4,5 ve 2000’de %2,9 iken 2014’de %1,9’a gerilemiş. Yani kentleşme ile ortaya çıkan aşırı altyapı yatırım ihtiyacı azalmış durumda.
1980 yılında %28,4 - %6,4 olan lise ve yüksekokul okullaşma oranı 2000 yılında %67,9 - %30,8’e yükselmişti. 2014 yılında ise %97,1 - %50,1’e geldi. Yani ülkemizde eğitim normalin ötesinde artmış durumda.
Kısaca yukarıda yazdıklarıma demografik fırsat eşiği veya “Orta Yaş Fırsatı” diyoruz. Ve AK Parti Hükümetleri Türkiye’yi bir orta yaş fırsat eşiği içerisinde devraldı. İlk yıllarda hasta ve zayıf adamın iyileşmesi için tasarruf edip çok beslenmesi gerekiyordu. Ve öyle de oldu.
Ama artık o dönem bitti. Adam çoktan iyileşti ve artık zayıflık değil, şişmanlık sorunu oluştu.
***
Şimdi gelelim asıl meseleye. Merkez Bankası başkanı değişti. Önceki Başkan için ne mücadeleler verildiğini biliyorum. Erdem Başçı olmadı diye geçici başkan Durmuş Yılmaz gelmişti. Tabii ki kapısının önünde ayakkabıları ile. Ama faizleri 2006 yılında aniden şok artırınca cicileşti. 2006 yılında gecelik faizler yüzde 13,50’den 17,50’ye çıkınca dolar/tl kuru 1,1 liraya düşmesine de ramak kalmıştı.
Merkez Bankası sadece enflasyona hedeflendiğinde “geride kalanın canı çıksın” mantığı oluşabiliyor. 2007-2008 yıllarında yüksek faiz-düşük kur yüzünden reel sektörün içine düştüğü durum ve ardından gelen kriz ile sarsılan dengelerin hala yerine oturduğunu söyleyemeyiz.
İşin aslı Türkiye gibi dinamik bir ülkeye özgü politikalar ve projeler oluşturulması gerekirken neden “enflasyon hedeflemesi” ile işi tek bir noktaya kilitliyoruz. Enflasyon bir ülkenin nabzı gibidir, ülkenin dinamizmi ve büyüme gücü ile beraber atmalıdır. ABD tarihine bakınca büyük sıçrama dönemlerinde enflasyonun da yüzde 5,0-10,0 bandına geldiğini görebilirsiniz.
Kısaca Merkez Bankalarını sadece bir görev ile bağımsızlaştırmak yanında bir de yaşlı gelişmiş ülke hesapları ile yol çizmek aynı derece yanlışa gidebiliyor.
Türkiye tahminlerin ötesinde dinamik bir ülke. Politikalar belirlenirken asıl bu dinamizmi kaybettirmeyecek modeller seçilmeli. Orta Yaş Fırsat ülkesine göre ekonomiye yeniden yön verecek yeni bir ekonomi programının yazılması gerekiyor.