İki gün önce İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarihi bir fırsat yakaladı. Başbakan Odayı ziyaret ederek aylık meclis toplantısına katıldı. Sanayicilerin dertlerini anlatmak için bundan daha iyi fırsat olabilir mi?
Oysa konuşma ve dertleşme FAİZ odaklı gerçekleşmiş. İSO faizden dert yanınca, Başbakan’da derde ortak olup bankacılara ayarı çekmiş: “Son çağrıyı yapıyorum. Ya adam gibi makul bir faiz oranı benimsersiniz, yahut da biz bunun da tedbirini alırız” diyor.
İSO Başkanı Erdal Bahçıvan “Yüksek faizler, üretim ekonomisine geçişin önünde ciddi engel” deyince tabii ki Başbakan Yıldırım da suçluyu ilan etti: Bankacılar
Oysa tarihi fırsatta tartışılacak o kadar çok konu olurdu ki. Mesela neden finans sistemimiz sadece kredi ve bankacılık sektörüne bağlandı? Neden herkes göbeğinden bankacılara bağlı yaşıyor? Bakın bu konuyu ta 2007-08 yılında Yeni Şafak Gazetesinde işlemeye başladım. “Yapmayın, etmeyin, nolur ekonomiyi sadece bankalara bağlamayın. Banka kredisinden başka finansman yollarımız da olsun. Sermaye piyasalarına birazcık önem verin mesela. Veya kalkınma ve yatırım bankacılığı ile yeniden kalkınma hamlesi yapalım” dedim...
Ama ben dedim ben oynadım resmen. Uzun süre ekonomi yönetimi beni toplantılarına bile çağırmadı.
Bugün ekonomide sorunların temeli faize odaklanarak çok büyük asıl sorunlar göz ardı ediliyor:
Bundan 3 hafta kadar önce Antalya’da Dosso Dossi programına katıldım. Oluşum Rusya’ya satışlarını yüzde 60 artırdığını söylüyor. Hikmet Eraslan Rusya ve Orta Asya merkezli işine Körfezi de eklemiş. Ama o toplantıya gitmeden önce tekstil-giyim sektörünün sanayi üretim durumuna bakarak bir yazı yazmıştım. “Tekstil-giyim ne oluyor?” başlıklı yazımda sektörün bir türlü toparlanamadığı yer alıyordu.
Sorunun biraz arka planına baktım. Etrafa sordum, işi bilenlerden bilgi aldım. Tekstil-giyim sektörü ülkemizin en fazla katma değer oluşturan ve en fazla istihdam sağlayan sektörlerinin nerede ise başında geliyor. Ve sektör adeta 16 Nisan Referandum sürecinde iç siyasetin dış siyasete alet edilmesinin faturasını ödüyor. Avrupalı alıcılar ülkemize gelmek konusunda oldukça sınırlı davranıyor....
***
Örnekleri çoğaltmakta o kadar çok imkanımız var ki. Hatırlamanız için aşağıya bir grafiği yeniden alacağım. Merkez Bankası Fonlama Faizi...
Bu grafiğe iyi bakın. 2010 yılından bu yana Merkez Bankası faiz piyasasında en yüksek oranı uyguluyor. Bankalara “faizi düşürün” diyen hükümetimiz aynı döneminde Merkez Bankası en yüksek faizi uyguluyor.
Şimdi sormak isterim? Neydi o Erdem Başçı’ya yapılanlar... Sahi ne değişti? Erdem Başçı bugünden çok daha az faiz uygularken, faiz lobisinin adamı ilan ediliyordu. Şimdi daha yüksek faiz uygulayanlar ise milli kahraman....
***
Ekonomi bir denge işidir ve dengeli yönetim ister. Enflasyonun düşmediği yerde faizlerin düşmesini istemek sorundan kaçmaktan başka bir şey değildir.
Mesela ‘faizler düşsün’ demenin emlak sektörü üzerindeki fiyat balonu ve kira fiyatlarındaki artışla esnaf kesimini zorlamasını nasıl hesap edeceğiz? Kaç firma kira fiyatlarındaki yüksek artış nedeniyle kepenk indirdi? Bağdat Caddesi TL bazında sabit kiraya geçerek kimliğini korumayı başardı.
Bu günlerde olayları çok derin ve etraflıca işlemiyorum. Ama genel hatları aktarmaya çalışıyorum. Tekrar ederek sonuca bağlamak istiyorum. Yüksek faiz nasıl bir bela-dert ise düşük faiz de aynıdır. Verimsiz-hantal şirketlerin ve yapıların tasfiyesini önleyerek ekonomide şişkinliğe ve verimsizliğe yol açar. Daha net söyleyeyim: Düşük faiz ekonomik yozlaşmaya götürür.
Faizden en fazla şikayet ederken, faiz piyasasını GSMH içinde en fazla büyütmeyi nasıl başardık? Bence işin sırrı burada.
Dengeyi kaçırdığın zaman krizi
beklemeye başlamalısın. Dengedeysen
sorun yok. Bu kadar basit.