Konuya hiç sapmadan, doğrudan gireyim...
Son günlerde ‘bir daha asla oy vermem, iktidar kesin kaybeder” diyen çok sayıda kişiden; “muhalefet ne yapıyor, kararsız seçmeni yeniden AK Parti’ye mi oy vermeye zorluyorlar” cümlelerini duyuyorum.
Tam olarak ne olup bittiğini ortaya çıkarmak oldukça zor. Ama olan bitene baktığımızda muhalefetin moral üstünlüğünde bir kayıp yaşandığı aşikar.
Burada sorun sadece parti ve etrafından kaynaklanmıyor. Mahalleler arası kopuşun da etkili olduğunu düşünüyorum.
Mesela ‘Gezi eylemlerinin’ müthiş demokratik olduğu ve kimseyi rahatsız etmediği söylemlerini örnek vereyim: Evet, demokratikti ve bir haktı ama gece yarıları mahalle aralarında tenekeler çalmak, eyleme katılanların dönüş yolunda kılık kıyafeti üzerinden tacizlere uğraması gibi sayısız örnekler var. Bu çok demokratik eylemin tersten sağlamasını nereden görebiliriz derseniz söyleyeyim: Erdoğan’ın Afrika ziyaretinden dönüşünde onu karşılayan o kalabalıktan... Yüzbinlerce insan neden o karşılamaya gitti?
***
Bazı acı gerçeklerle yüzleşmek gerekiyor belki de.
Bir başka örnek mi?
AK Parti seçmeni 2018 Genel ve 2019 Yerel seçimlerde önemli bir değişim gösterdi. AK Parti’nin kalesi denilen Büyükşehirlerde (Kayseri, Konya, Trabzon, Samsun, Ş.Urfa, G.Antep, Erzurum, Ordu, Malatya, Sakarya, K. Maraş...) çok ciddi oy değişimi yaşandı. Bu illerde AK Parti (ve Cumhur İttifakı) %9,6 oy kaybı yaşadı. Mesela Konya’da %10,47 oy kaybeden Cumhur İttifakı İzmir’de %3,22 oy artırdı. Samsun’da %10,0 oy kaybeden Cumhur İttifakı Muğla’da %2,84 oy artırdı.
İstanbul’da Ekrem İmamoğlu; Ankara’da Mansur Yavaş sadece CHP+İYİ Parti oyları ile seçilmedi. Herkesi kucaklamak, kutuplaşmayı azaltarak kazanıldı bu seçimler.
İyi ama o vakit şu sıralar neden iktidarın tersine bir kutuplaşma yaşatılmak isteniyor Muhalefet kanadında...
***
Bugün iktidar iktidarı bırakmak için aslında ne gerekiyorsa yapıyor. Ne kadar yanlış varsa hepsini bir torbaya koymuş ve seçmenine adeta “beni bir daha seçme” diyor.
Hayat pahalılığından tutun, ekonomideki tüm yanlışları düşünün ve de dış politikada halimize bakın.
Sadece ve sadece şu Hazine garantili ihaleler bile yeter de artar bile.
O vakit neden hâlâ oy oranları yüzde 30-35’lerde? Bunu da biraz tersten sorgulamak gerekiyor.
***
Bugün kutuplaştırıcı politika ile herkesin kendi mahallesinde kalması hedefleniyor. Sadece kendi pencerenizden baktığınızda “öz CHP ve/veya öz İYİ Parti... vs “ dediğinizde aslında tam da iktidar politikasının hizmetine girmiş oluyorsunuz:
Sadece kendimizi değil, sadece partimizi değil önce ülkeyi düşünmek gerektiğini belirtmem gerekir. Hatta dün yazımda örnek olarak “ülke yanarken siz evin içinde oturma düzeni vs diyemezsiniz” dedim.
Bugün ülkemiz derin ekonomik buhran içinde. Geçen hafta emeklilerin ve SGK’nın mali verilerini verdim. “Merkez Bankası bağımsızlığı ile SGK’nın açıkları nasıl kapanır” diye de sormuştum.
Demem o ki, bu derin ekonomik buhrandan çıkışın yol haritası şimdiden çizilmek zorunda. Türkiye öyle günübirlik finansal dengeler ile yönetilecek dönemi geçirdi. Yarınlarımızı, evlatlarımızı düşünmek zorundayız. Belki de bu yol haritası yarınlarımız için bugün bir miktar sıkıntıyı göğüslemek gerektirecek.
Vatandaşın görmek istediği çözüm modeli neden hala oluşmadı? Neden 6’lı masa ekonomik çözüme eğilmiyor?
Ben size eski bir yazımdan alıntı ile bu durumu ifade edeyim: 4 Haziran 2013:
“Sorulacak o kadar çok soru var ki. Merkez Bankası’nın kasasındaki 125 milyar doların Türk Halkı için bir zenginlik olmadığı gibi. Ekonomiye sadece para gözü ile bakıp yıllardır eriyen reel ücretleri, Çin’den sonra en fazla iş kazası olan ülke gerçeğimizi, kredi ile borçlanıp iş güvencesiz çalışarak artan korkulu hayat gerçeğimizi örtmüyor. Mesela özelleştirmeler ile oligarklar oluşturarak halkın refahına değil işkencesine dönen ekonomik modeli hiç sorgulayamıyoruz. Artık elektrik faturası ödenmediğinde hemen elektriğiniz kesilebiliyor ve açılması için şirket sizden iyice bir para isteyebiliyor. Ekonomik modelimizi 2005-06’da değiştirmemiz gerekirken hala IMF modeli ile zengini zengin eden, bankaları besleyen-koruyan modele sıkı sıkıya sarılmış durumdayız. Aylardır burada yazıyorum. Ekonomiyi borsa-faiz-döviz üzerinden, yani para üzerinden değerlendirmeyin. Kredi notumuzun arttığı günlerde karşılıksız çek-senet miktarı 2008 kriz seviyesine ulaşmışsa kendimize biraz soru sormamız gerekmiyor mu? Milli gelir üç kat arttı dediğimiz yıllarda özel sektörde reel ücretler bırakın artmayı azalıyorsa kendimize soru sormamız gerekmiyor mu?”
***
Bilmem anlatabildim mi?