Şahsi izlenim olarak söylüyorum. Nerede ise her gün bir fabrikanın yandığı haberini duyuyoruz.
Acaba haber kanallarının yangın hassasiyeti mi arttı? Yoksa gerçekten yangınlarda bir artış mı var?
Fabrikalarımız neden çayır çayır yanıyor?
Bakın, bu gidişle üretim yapacak fabrikamız kalmayacak.
Şimdi bir hatırlatma yapalım:
AK Parti, Kasım 2002 seçimleri ile iktidara geldiğinde kucağında nur topu gibi bir ekonomik kriz bulmuştu. Ama aynı zamanda krizden çıkış programı da hazırdı. O programı ise, IMF önceliğinde Kemal Derviş yazmış ve adına “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” demişti.
Programın temeli kamunun tasarruf etmesine dayalıydı. Herkesin gözü aylık bütçe verisindeki “Faiz Dışı Fazla -FDF” sonucundaydı. IMF-Derviş programı yıllık olarak bütçenin GSYH’nın yüzde 6,5 oranında FDF vermesine dayanıyordu.
2001 ekonomik krizine çıkış programını yazan dönemin koalisyon Hükümeti, yine aynı programı çok başarı ile uygulayamadı. FDF hedefi bir türlü istenen seviyede tutmuyordu. Ve Kemal Dervişin de deyimi ile o IMF programını çok daha güçlü ve kuvvetli şekilde AK Parti uyguladı.
Hazine verilerine dayanarak oranları verelim:
“Program Tanımlı Kamu Kesimi Faiz Dışı Fazlası/GSYH” oranı
2002 yılında %3,1iken
2003 yılında ise %4,6
2004 yılında oran %5,3’e ulaşıyor.
Türkiye, IMF ile uzun vadeli bir programı, ilk kez sadık kalarak sonuna kadar uyguluyordu. Hatta IMF anlaşması bittikten sonra bile aynı program temelinde ekonomi yönetilmeye devam ediliyordu.
Programın mimarı Kemal Derviş bile sonraki yıllarda IMF ile anlaşma süresi bitmesine rağmen hala aynı programın uygulandığını belirterek artık ülkeye yarar değil, zarar verdiğini açıklamıştı.
Ne oluyor bu zarar? Veya kaçan alternatif süreç neydi?
Elbette üretim...
90’lı yılların sonlarında ülke ekonomisinin yüzde 25’ine ulaşan üretim gücümüz, IMF programındaki aşırı ısrar ile yüzde 15’lere kadar geriliyor.
Üretime dayanmayan büyüme modeli, aşırı tüketerek ve dış borçlanmaya dayanarak sağlanan gösteriş bir çok ekonomisti ta o günlerde bile tedirgin etti. 2009-2010 yıllarında bu konuda çok yazı yazdığımı hatırlıyorum. Bir an önce üretim odaklı yeni program yazılmalı ısrarında bulundum elbette ve çaresizce.
Şimdi farklı bir evreye geldik.
Son yıllarda fabrika açılışları, yeni yatırımlar vs duymayı zaten nerede ise unuttuk. Ama sıkça fabrika yangınları duymaya başladık.
Eskiden yangınların arsa-inşaat için yapıldığı dedikoduları yayılırdı. Şimdilerde ise krizden kurtulmanın bir yolu olarak yangınların arttığı dedikodusu duyuluyor.
Ortada ciddi bir veri bulamadım. Tek bulduğum veri Kimya Mühendisleri Odasının raporu. 2017 yılının tamamında 182 fabrika yanmışken, 2018 yılının ilk yarısında bu sayı 137’ye ulaşıyor.
Zaten asıl sorun Haziran sonrasında. O da rapordan sonra tabii.
Kurların hızla artması, enflasyonun patlaması ve faizlerin (kredi) yüzde 40’lara ulaşması ile adeta yangın her yere sıçradı.
Ekonomideki mali yangın, bir çok fabrikada sanki fiziki yangına dönüştü.
Yanan yanana...
Ekonomik sıkıntıların arttığı dönemlerde bazı olayların da artması beklenebilir. Mesela şöyle bir örnekle vereyim:
İstanbul’da trafik özellikle akşam saatlerinde arttığında ambülans sayısında da artış gözlemliyordum. Sanırım bu konuda bir adım atılmış olacak ki, son bir kaç aydır bu oran düştü. Ama inanın bu nokta çok dikkatimi çekiyordu. Sanki hastalar trafiğin artmasını bekliyordu önceden.
Benzer gözlemimi yazının başında ifade ettim. Bu dönem mali oranlardaki bozulma ile fabrika yangınlarında artış ilişkisi izlenimi oluştu bende.
Tefecilik mesela. Ve tefeciliğe bağlı suç oranlarındaki artış. Tahsilat sorunları ve alacak-verecek kavgaları.
Umarım veriler toplanır ve açıklanır. Ama önlem almak için verilerin ortaya çıkmasını beklersek geç kalabiliriz. En azından itfaiyecilere takviye yapalım ki, elimizde kalan son üretim değerlerimiz de bitmesin.