Hani deriz ya, denizi doldurmayın, bırakın kendi halinde kalsın; deniz kendinden alınanı bir gün geri alırmış.
Doğaya yapılan her müdahale, bir süre sonra başka bir felaket doğurur. Mesela kesilen ağaçlar kısa vadede refahınızı artırabilir ama erozyonla kaybedilen toprakların boşluğu doldurulamaz.
Doğayı kendi haline bırakmak kadar piyasaları da kendi haline bırakmak gerekiyor. Kanunlarla-kurumlarla piyasa dengeleri belirlediğinde sonradan daha büyük felaketler yaşanıyor.
Hatırlayın 2001 krizini...
Öncesinde IMF desteği ile baskılanan piyasaya bakın. Enflasyon yüzde 60’larda ama faizler yüzde 40’lardaydı. O dönem benim de çalıştığım Demirbank’ın patronu Halit Cıngıllıoğlu annesinin cenazesini taşırken, satılamayan devlet kağıtlarını alması için aranıyordu. (Sonra da sistem çökünce bankasına el konularak İngilizlere satıldı)
Ve baskıcı sistem Şubat 2001’de patladı. Baskıyla oluşan sanal refah bitmiş ve çok acı günler gelmişti.
***
Faiz meselesini defalarca yazıyorum. İki önemli nokta var:
1- Faizin piyasasına bakarım
2-Faizin ‘makasına’ bakarım
1-) Ak Parti iktidara geldiğinde ülkemizde faiz piyasası (kullanılan krediler) GSYH’nın yüzde 11-12 aralığındaydı. Faiz piyasasının düşüklüğü sayesinde 2001’de yüzde 3000-5000’lere çıkan oranlar ekonomiyi 2008-09 krizinden daha az vurdu. Bugün faiz piyasası GSYH’nın yüzde 70’ini geçti. Artık faiz oranları yüzde 20’nin üzerine çıktığında bile, 2001 krizinden daha sert etki yapıyor. Yani her yer kredi, her yer faiz oldu.
2-) Faizin oranından çok ama çok daha önemli olan faiz makasıdır. Yani mevduata verilen faiz ile krediden alınan faiz farkına bakarak aracılık maliyetlerini düşürmemiz gerekiyor. Şimdi aşağıda bir grafik var. 2010 yılından bu yana mevduat faizi, kredi faizi ve faiz makasını veriyorum. Bütün bu oranları Merkez Bankası verilerinden ortalama faizler olarak aldım. Kredi faizini ise, konut kredisi, ticari kredi ve ihtiyaç kredisinin ortalaması olarak kullandım.
Gördüğünüz gibi faiz makası 2010 sonlarında yüzde 20’lere kadar geriliyor. 2012-2013 yıllarında ise faiz makası hızla artarak yüzde 40’ın üzerine çıkıyor ama sonrasında yine düşüş başlıyor ve son aylarda yeniden yüzde 20’lere geriliyor.
Yani bu grafikte bankaların aracı olarak aldıkları payın epey düştüğünü gösteriyor. Acaba sorunu hala bankalarda görerek, Rekabet Kurumunu, BDDK’yı veya Jandarmayı-Polisi devreye alarak neyi amaçlıyoruz? Yoksa yeniden 2001 krizine giden yol gibi piyasaları baskılayıp, sonra da patlatmayı mı hedefliyoruz? Faiz konusunda neden şu soruyu hiç sormuyoruz: “Biz ne yaptık da ekonomiyi faize ve bankalara bu kadar bağladık? Nerde yanlış yaptık? Alternatif finansman yollarını kim, neden kapattı-kuruttu?”
Ak Parti Hükümetlerinin en parlak ekonomik döneminde reel faizler (hatta nominal faizler bile) bugünün kat be kat üzerindeydi. 2012’den bu yana yıllık reel faiz ortalaması yüzde 1-2’yi geçmiyor. Düşük faiz diye tutturanlar şu iki soruya da cevap verse ya;
a- Faizler düşmesine rağmen neden yatırımlar artmıyor?
b- Tasarruf açığı var diye devlet bütçesinden yüzde 25 katkı payı vererek, zorla BES sistemi kurmanın maliyeti nasıl izah edilecek?
Bugün bankalara faiz düşürün diye baskı kurarken, Merkez Bankası 2010 sonrası en yüksek faizi uyguluyor. Ya bu tutarsızlığı ne ile açıklayacağız?
Hayatı ve ekonomiyi kendi dengelerinde bırakmayarak kurulan suni refah dönemleri hep bir ekonomik patlama ve siyasi değişimlerle sonuçlanmıştır. Bu tuzağı yeniden ve kim için, neden ve kimler kuruyor? Ben bu sorunun cevabını çok merak ediyorum.
TRAFİK AHLAKTIR!
Bir ülkenin medeniyet seviyesini ölçmenin bence en önemli bir göstergesi de trafiktir. Hangi ülkede bir insan kendini öldürmek için trafiğe çıkar? Çünkü mahkemelerimiz böyle çok karar veriyor.
Trafiği denetleme ve kuralları işletmede maalesef GÜVENLİK hesabı yerine PARA hesabı yapıyoruz. Can güvenliğinin kilit noktalarından çok, en çok ceza yazılabilecek kilit yerlere radarları koyuyoruz. TEDES rezaletini çok şükür kaldırdık. Km başına 50 km hıza ceza yazan bu sistem bence para hesabından başka bir şey değildi. Hız limiti+%10 mesafeli sistemi ancak akıl ettik.
Emniyet şeritleri İstanbul’un göbeğinde ayrıcalıklıların özel yolu durumunda. Can güvenliğini tehlikeye atmaktan cezalar yazılsa ya. Ama yok, trafik polisleri bile durduramıyor. Belediyeler EDS’leri geçim kaynağı olarak kullanıyor (du).
Yaya yolu olmayan ülkemizde kalan yollara da araçlar park ediyor. Bir de obezite ile mücadele diyoruz, ‘sağlık için yürüyün’ diyoruz. İnsanlarımızı yürütebilsek, sağlık harcamalarımız bile daha çok azalarak ülke olarak kazanacağız ya. Ama hesaplar hep kısa vadeli ve çıkar üzerine kurulmuş.
Trafik ve ahlak üzerine acaba Diyanet ne yapıyor?