Önce bazı sendromlar hakkında kısa bilgi verelim.
Stockholm Sendromu: 1973 yılında bir grup soyguncu banka soymaya kalkar ve banka görevlilerini 4 gün boyunca rehin alırlar. Ama soyguncular rehinelere iyi davranır görünür ve rehineler soygunculara duygusal yakınlık besler. Operasyon sonrası bile rehineler soyguncuları korumaya devam ederler.
Estonya Feribotu Sendromu: 1994 yılında Baltık Denizinde batmıştır. Kıyıya yakın yerde su almaya başlayan feribotta 987 yolcunun sadece 137’si feribotu hemen terk etmiştir. Kalan yolcular “Dünyanın en güçlü feribotundasınız” sözlerine kanarak bir kısmı can yeleği bile giymeden beklemeye başlamıştır. Ve o bekleyiş hepsinin ölümü ile sonuçlanmıştır. Kısaca yüzme bilmeyenlerin çoğunlukta olduğu küçük bir kesim kurtulurken, yüzme bilenlerin çoğunlukta olduğu büyük kalabalık feribotla birlikte batmış ve can vermiştir.
Venezuela Sendromu: Dünyanın en büyük petrol rezervine sahip olan ülkede, kötü ekonomik şartları eleştiren eski darbeci astsubay Hugo Chavez 1998 yılında seçimleri kazandı. 2002 yılında kendisine yönelik askeri darbeyi de halk ayaklanması ile bastırdı ve ölümüne kadar (2013) iktidarda kaldı. Yerine yine kendisinin veliaht bıraktığı Başkan Yardımcısı Nicolas Maduro geldi. 2000’li yıllarda Chavez yönetimi 36 milyon nüfuslu ülkede yüksek petrol fiyatları sayesinde 22 milyon kişiye sosyal yardım dağıttı. Ama bir tarafta askeri darbelerin, diğer tarafta siyasi tekelleşmenin getirdiği tehlikeyi gören orta sınıf halkı tehlike karşısında ikna edemedi. 3,5 milyon kişi ülkeden göç etti. Geriye kuyruklarla dolu, fakir ama emperyalizmle savaş verdiğini düşünen aç bir toplum kaldı.
Bugün “Beka sorunu - dış güçler saldırısı” ve sosyal yardımlarla beslenen bir seçmen kitlesi ile beyin göçü arasında bir bağ kurulabiliyor. Özellikle dış düşmanlar ama ne olduğu sürekli değişen ‘hain güçler teorisi’ gelişmekte olan ülkelerin bir çoğunda kullanılıyor. İyi günde hiç sorun olmayan ama en küçük sorunda, başarısızlıkta sorumluyu dışarıda aramak en rahat çözüm olabiliyor.
Ve bu ülkelerde en büyük sorunların başında da beyin göçü geliyor.
Maduro ülkesinden göç edenler hakkında “tuvalet temizleyicisi oldular” suçlamasında bulunurken, kendi ülkesinde kalan halkın açlıktan 11 kilo zayıflamasını görmezlikten geliyor.
Şimdi bu konu neden yeniden gündeme geldi.
New York Times (NYT) 4 gün önce verdiği haberde “Varlıklı ve yetenekli Türkler kitleler halinde ülkeyi terk ediyor” diye bir haber yayınladı. Haberde TÜİK verilerine atıfta bulunularak 2018 yılında 253 bin 640 kişinin Türkiye’den göç ettiği açıklanıyor.
GERÇEKLER
İlk önce Geçen yılın Ocak ayında yayınlanan bir haberi aktaralım: Güney Afrika Merkezli New World Wealth’in yayınladığı “Milyoner Göçü 2018” raporuna göre, Türkiye’den 2015 yılında sadece bin milyoner ülkeden göç ederken, bu sayı 2016 ve 2017 yıllarında 6 bin kişiye çıkıyor. Yani son iki yılda 12 bin dolar milyonerinin Türkiye’den göç ettiği açıklanıyor.
Bu arada bir notu buraya düşelim: 22 Aralık 2018 günü Ankara’da Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (ESAM) toplantısında Prof Dr. Sabri Tekir önemli açıklamalarda bulundu. Dış borç konusunda “Çok fazla ciddiye alınacak bir sorun yok. Dış borç yönetimi ihmal edilmiştir ama bugün özel sektörün görülen dış borçların bir kısmı zaten kamunundur. Geriye kalan özel sektör dış borçları ise iş dünyasının yurt dışı varlıklarıdır” dedi.
Yani Prof. Dr. Sabri Tekir özel sektör dış borçları ile yurtdışındaki iş dünyasının varlıkları birbirini tamamlar diyor.
Burada aklımıza hemen yurtdışı masa-sandalye şirketleri geliyor. Karların oraya aktarıldığı, ama o karların yeniden ülkeye kredi olarak girdiği ve faiz gideri olarak vergilerden düşüldüğü gerçeği. Hem varlıklar yurtdışına çıkıyor, hem de kredi olarak kendi varlığınızdan faiz gideri ödeyerek vergiden düşüyorsunuz.
Ama asıl sorun milyoner göçünden ziyade orta sınıf dediğimiz yetenekli ve yüksek eğitimli kesimin göçü...
Peki burada sorun sadece kamuda mı?
Evet, Türkiye’de özellikle 2001 krizi sonrası “orta sınıf” sorunu oluşmaya başlamıştır. Vergisel olarak cezalandırılan bir orta sınıf ücret politikamız oluşmuştur. Ve sonuç olarak alt gelir gruplarının maaşı reel olarak artarken, orta sınıf ücretler büyüyen ekonomide erimeye başlamıştır.
Bugün ülkemizde asgari ücret reel olarak yüzde 50’nin üzerinde artmıştır ama ortalama ücret düzeyi de asgari ücretle nerede ise eşitlenme noktasına gelmiştir.
Bu sorun sadece devletin vergi politikası ile oluşmuştur diyemeyiz. Aynı zamanda özel sektörün (en karlı bankacılık sektörü bile) ücret politikası haline gelmiştir. Yani orta sınıf ücretlerindeki erime sorunu siyasetin tercihi olduğu kadar, özel sektöründe politikası haline gelmiştir.
***
Demokrasi, insan hakları, adalet, özgürlük gibi makro kavramlarda yine kamusal sorun kadar maalesef özel sektör sorunu da yaşanmaktadır. Hala bir çok büyük şirket, holding kıyafet ayrımcılığı yapabiliyor. İdeolojik görüşler özel sektörde bile ekonomik gerçeklerin önüne geçebiliyor. Hatta yenilikçi akımlar özel sektörde bile daha sert bariyerlere çarpabiliyor.
Geçmişte bir örnek vermiştim: Üniversite sınavını ilk 600’de kazanan bir yakınım 4-5 yıl Türkiye’de ilaç sektöründe ilk sıralarda yer alan bir firmada çalışmıştı. Hem düşük ücret, hem de üstlerinin mobinge varan baskıları sonucu ABD’ye göç etmişti. Şimdi orada Türkiye’de cezalandırıldığı fikirlerine ödüller yanında bol maaş ile ikramiyeler alıyor.
Şimdi TÜİK verilerine bakalım:
Dış göç konusunda sadece 2016 ve 2017 verileri var. Dış göç konusunda bu kadar sorunlu olan ülkemizde bu kadar az veri yayınlanmış olması şaşırtıcı olsa gerek.
2016 yılında Türkiye’den göç eden TC vatandaşları 69 bin 326 kişidir. Buna karşılık 107 bin 052 TC vatandaşı ülkesine geri dönmüştür. Böylece net göç 37 bin 726 kişi ile artıdadır. 2017 yılında ise ülkemize gelen TC vatandaşlarının sayısı 101 bin 772 kişi iken, ülkemizden göç eden TC vatandaşlarının sayısı 113 bin 326 bin kişiye çıkmıştır. Böylece 2017 yılında TC vatandaşı 11 bin 554 kişi net göç etmiştir.
Göç istatistiklerinde Irak-Afganistan-Suriye-Azerbaycan-İran-Türkmenistan ve Özbekistan ilk sıralarda yer almaktadır. Bu ülkelerden çok fazla net göç alıyoruz.
Net göç verdiğimiz ülkeler ise şunlardır:
Çin -1.133; Yunanistan -1.069; İngiltere -474; ABD -40; Bulgaristan -129; Fransa -84; G. Kore -38; Hollanda -56; İtalya -246; Japonya -82; İspanya -122; Vietnam -148; Çekya -76...
2016 yılı TC vatandaşları açısından net göç aldığımız bir yıldı. Ama o yıl ABD’den bin 663 kişi geri ülkemize göç ederken, ABD’ye 2.953 kişi göç etti. Yani net göç -1.290 kişi olmuştu.
Kısaca TÜİK verilerine baktığımızda ülkemizden bir beyin göçü yaşandığını söylemek hayli zordur. Ama sadece gidenlere baktığımızda 69 bin kişiden 113 bin kişiye yaşanan artış bir beyin göçü olduğunu düşündürebilir. Oysa TÜİK verilerine göre gelişmiş ülkelere gidenlerde de ciddi bir artış görülmemektedir.
O zaman nerede yaşanıyor bu beyin göçü?
Hatta biliyoruz ki, Türkiye içerisinde bile normal dışı göçler yaşanmaktadır. Mesela İstanbul’dan İzmir’e, Edirne’ye vs göçlerde artış vardır. Emlak fiyatlarında bile bu değişimleri görebiliyoruz ama TÜİK göç istatistiklerinde net olarak göremiyoruz.
Galiba görünmeyen göç dalgası altında bir değişim yaşıyoruz ama sonucu nereye varır bilemiyoruz. Umarım literatüre yeni bir sendrom olarak işlenmeyiz.