Merkez Bankası acele sayılabilecek bir hızla faizleri düşürdü.
Hatta son faiz düşürme kararında bile piyasada oldukça fazla risk oluşmaya başlamıştı. Ama ‘bekle gör’ yerine ‘önden yüklemeli’ karar ile indirim yapıldı.
Şu an Merkez’in resmi gösterge faizi 10,75.
Ama 26 Şubat günü 57,4 milyar lirayı ortalama 10,50’den piyasaya vermiş. Bir bakıma Merkez Bankası gösterge faizinin bile altına düşürmüş fiili faizini.
Gerçi faizler yukarıda kalsaydı piyasalar bu sert rüzgârda daha mı az etkilenecekti?
Türkiye şu anda iki temel riskle karşı karşıya. İlk risk, küresel gelişmeler. Yani korona virüsünden tutun, borçluluk risklerine kadar sürüsüne sorun var. Küresel ekonomik düzenin istim üzerinde olduğunu herkes biliyor ve söylüyor zaten.
İkinci risk grubu ise yereldir. Yani bize özgü riskler. Ki, bunların başında da İdlip sorunu gelmektedir.
Acaba ne oluyor ve daha da önemlisi ne olacak?
Herkesin kafasında bir soru... Her şehit haberi aynı zamanda piyasalara da ateş düşürüyor. Yani sorunun acısı tüm topluma yansıyor.
Bugün kısa yıllık tahvil faizleri 12,17’yi; uzun vadeli tahvil faizleri de 12,73’ü gördü. Merkez Bankası ise bankalara 10,50’den para veriyor.
Olayın bir başka boyutu daha var:
Merkez Bankası piyasaları fonlamaz noktaya gelmişti. Hatta 25-26 aralık günlerinde eksi fonlama vardı. Yani Merkez bankalardan para almıştı.
237 Ocak günü piyasalara sadece 1 milyar 246 milyon lira veren Merkez, 24 şubat günü itibari ile bu tutarı 66,5 milyar liraya çıkarttı. Ya da piyasaları fonlama tutarını artırmak durumunda kaldı.
Şimdi iki noktaya yeniden işaret edelim:
1- Merkez Bankası faizi piyasa faizinin yeniden altında kaldı. Bu durumu biz 2017 yılında sert hareketlerde yaşadık ve gördük. Merkezin her faiz artırımı piyasa faizinin altında kalmış ve adeta geriden izlemek zorunda kalmıştı.
2- Merkez Bankası yeniden piyasayı fonlamaya başladı. 2018 yılında günlük 160-170 milyar liraya kadar yükselen fonlama tutarı şimdilik 70 milyar liranın altında ama yine burada da 2017-18’e geri döndük.
Gelelim ‘Önden Yüklemeli Faiz Politikasına.’ Beklenen enflasyon adeta yüzde 8,5 olarak yerinde çakılı ve politikalar bu çerçevede belirleniyor.
Oysa son günlerde bahsettiğim gibi riskler küreselde ve yerelde adeta tavana çıkıyor.
Yüzde 8,5 enflasyonu hala bekleyen kaldı mı? diye sormak geliyor. Yıl başında 5,94 olan dolar kuru daha şimdiden 6,18’e geldi. Dolar daha şimdiden yüzde 4,0 değer kazandı. Veya TL dolar karşısında değer kaybetti.
Kur artışı demek maliyet artışı demektir. Ama kur artışının maliyet kısmını fiyatlara yansıtmakta kısıtlayıcı unsur olan talebi de ucuz kredi ile biz destekliyoruz. O zaman ne olacak?
Bakın şubat ayı enflasyonunda özellikle otomotiv fiyatlarını izleyeceğiz. Benzinli ve dizel otomobil fiyatlarının enflasyon sepetindeki ağırlığı yüzde 5,58. Ocak ayında zaten dizel araç fiyatları yüzde 20,0, benzinli araç fiyatları da yüzde 6,19 artmıştı.
Haberleri izliyorsanız takip etmişsinizdir. Ülkemizde sıfır araç stoklarda kalmadığı için ikinci el araçların fiyatı bile aşırı yükselmiş. Aylık 0,79 faiz ile araba alın diyoruz Milletimize.
Bu ne anlama geliyor? Maliyet artışını fiyatlara yansıtma imkanı demektir. O zaman enflasyonda beklenen 8,5 ne kadar gerçek?
Ya da şöyle söyleyelim: Yüzde 8,5 beklenti ile hesap edenler, hareket edenlerin hali ne olacak?
Kısaca ülkemiz ne olacak?
Bir hayal dünyası yarattık ve sadece biz o dünyada oynadık diye aylardır yazıyorum. Yabancılar son 3 haftada 2 milyar doların üzerinde varlık sattılar ülkemizde. Her iyimserliğimiz yabancının satışı için imkân oldu.
Bakalım kendimiz çalıp-kendimiz oynamaya daha ne kadar devam edeceğiz. Ya da ne zaman gerçekleri görmeye başlayacağız?
Hep dediğim şeyi tekrar edeceğim: Keşke ben yanılsam... Keşke...