Hem döviz hem de faiz; ikisi anda uzun süre yüksel(e)mez.
Yüksek faiz ve yükselen kur hareketinin bir arada oluşmasının imkanı çok az. (Kriz psikolojisi hariç)
Son verilerden bahsedelim.
TL mevduat faizinde ortalama yüzde 12,0’yi geçtik. Kısa vadeli mevduatta artık oranlar yüzde 14,0’ün bile üzerine çıktı. Diyeceksiniz ki, Türkiye’de uzun vadeli mevduat mı var? Haklısınız; yaklaşık 1,5 trilyon mevduatın yarısı 3 ay vadeli.
Mevduat faiz ortalaması yüzde 14,0’ü geçmiş ise şu noktaları düşünmek gerekir: Gecelik/haftalık mevduat faiz düşük olduğundan ortalama oranı aşağı çekiyor. Bir de eskiden düşük faizle yatırılan vadeli paralar var. Onlarda ortalama oranı aşağı çekiyor. Kısaca mevduatta ortalama oran %14,7’yi göstertiyorsa, emin olun bankalarda artık yüzde 15,0 üzeri çok rahat vardır.
***
Reel faiz ölçümü açısından enflasyon verisi çok önemli. Enflasyonda yıllık basit oran %10,9 ama ortalama oran %9,36. Nerden bakarsanız bakın mevduatta reel faiz yüzde 4,0’ün üzerine çıkmış durumda. Önceki yılların (2011-2016) mevduatta reel faiz oranı yaklaşık yüzde 1,0 civarlarındaydı.Yani son 5-6 yılda tasarruf etmenin ciddi bir cazibesi yoktu.
Ama artık oluşuyor. Tasarruf açığı kendi mecrasında yolunu buluyor.
Bu tablo faiz Liranın cazibesini ciddi oranda artırıyor. Dolar veya euro almanın alternatif kazancı TL’ye karşı giderek düşüyor. İşte bu nedenle diyorum; kriz psikolojisi hariç yüksek TL faizi ile yükselen kur ortamının uzun süre beraber gitmesi çok zor. Zaten yabancıların sıcak para çıkışları değil, tersine sermaye girişleri hala devam ediyor. Sorun son 6 ayda 40 milyar dolarlık kaynağın 30 milyar dolarını dövize yatıran yerlilerde. (Kısaca maalesef yine düşman içerde)
Kredi Garanti Fonundan (KGF) veya diğer kredilerden (KOSGEB) gelen Liranın önemli bir kısmı yatırıma-istihdama ve üretime değil, yabancının dolarına-eurosuna gitti. Kamu, vergileri erteledi, sosyal güvenlik primlerini erteledi ama bu paraların da bir kısmı dövize gitti. Toplamda son altı ayda yabancı para mevduatı 30 milyar dolar artarak 170 milyar dolardan 200 milyar dolara çıktı.
Şimdi iş değişiyor.Unutmayın ki , önümüzdeki dönemde TL olarak ödenecek borçlar var. Kamunun 16 Nisan sürecini gözeterek almadığı-ertelediği alacakları ödeme zamanı geliyor. Mecburen bir miktar TL’ye geçilecek.
Hatta ucuz TL kaynaklarının da kuruduğunu belirtelim.
Kısaca dövizdeki her yükselişi yerliler satış fırsatı olarak kullanmak durumunda. Yüksek TL faizi ile artan TL ihtiyacı, bizi dolar korkusundan koruyor. Ama asıl korku bence daha büyük...
***
Mevduat faizinin %15,0’lerin üzerine çıktığı günlerde konut kredi faizleri hala yüzde 11,7’lerde. Çok ciddi bir negatif faiz var. Kredilerin çok büyük kısmını oluşturan (%74,2) ticari kredilerde ise ortalama faiz oranı %16,6. Mevduat ile kredi arasında makas nerede ise sıfırlanıyor.
Bankalar topladıkları paranın hepsini kredi veremiyor. Vadesine göre yüzde 10,5 ve yüzde 4,0 arası karşılık ayırıyorlar. Ayrıca bankaların çok ciddi kira gibi, personel gibi diğer giderleri de var. Hatta tek başına işlem vergileri mevduatın üzerine 2-3 puan ekliyor.
Kısaca demem o ki; mevduat faiz oranlarının ana tesiri kredi faizlerine olacaktır. Kısa süre içerisinde artık yüzde 20-25 aralığında bir kredi faiz oranları ile karşılaşabiliriz. İşte benim asıl sorun olarak baktığım alan da burası. Yani bu piyasa dengesinde dolar yükselişinden değil, kredi faiz yükselişinden çekiniyorum.
ÇÖZÜM NE?
Öncelikle şunu belirtmeliyim. Yıllarca para bol iken ucuz dış kredi ile ekonomiyi tüketim ekseninde ayakta tuttuk. Tıpkı Venezuela’nın yüksek petrol fiyatında yaptığı gibi. Ucuza kredi aldık, ulufe gibi paraları dağıttık. Verimlilik ve paylaşımı adeta unuttuk. İnşaat dışında değer üretimini adeta hafızamızdan sildik.
Bu dönem artık kapanıyor.
Yeni sorunu ucuz dış kredi ile kapatmayı düşünmek, 5-10 yıl sonra daha berbat bir Venezuela tablosu ile karşılaşmak demektir. Bizim düşünmemiz gereken nokta; kredi talebini ‘yatırım sürecini kısmadan’ aşağı çekmek olmalıdır. Talebi azalan ürünün fiyatı da düşecektir.
Biliyorum, uzun ve çok zor bir yöntem. Ama aksi yoldan gitmenin kısa vadeli çıkarları karşısında, uzun vadeli bedelleri çok ama çok ağır olacaktır. İşte bu nedenle ısrarla “yeni ekonomi programı yazmamızın zamanı geldi de geçiyor” diyorum.
Not: Ucuz dış kredi yöntemi dışında, bankalara baskı yaparak bu işi düzeltmek istemek; 2000 sonrası 2001’e hazırlanmaktan başka bir şey değildir. Baskı ile oluşacak piyasa dengesinin ne zaman ve nerede patlayacağını da hesap etmemiz gerekiyor.