Çok söylerlerdi... Gençlik için ne vermezdik derlerdi. Gençliğin kıymetini bilin diye uyarırlardı. Neredeyse hepsi bu dünyadan göçüp gitti.
Geride ne gençlik kaldı ne de yaşlılık.
***
Yıllar öncesine ait (2012) bir ekonomi sunumuma rastladım. Aklıma oradan mı geldi acaba... bilemedim.
2007-2012 dünya ekonomik tablosuna bakmışım: AB ve ABD toplamda %8,1 büyüme göstermiş. Türkiye ise aynı dönemde %21,1 büyümüş. Oh ne büyük başarı derken bir de emsal ülkelere bakmışım... Eyvah eyvah... Çin, Arjantin, Brezilya, Endonezya, G. Afrika, Hindistan, İran, Meksika, Rusya, Malezya gibi ‘Yükselen Ülkeler’ yüzde 55,4 büyümüş.
Kısacası başarılı dediğimiz yıllarda bile emsal ülkelerin gerisinde kalmış durumdaydık. O ekonomi çalışmama yeniden bakıyorum: 2002-07 arası büyümenin %30,7’si kredileşmeden gelmiş ama 2007-12 arası dönemde kredileşme oranının büyüme içindeki payı %78,2’ye yükselmiş.
Yani dikkat çektiğimiz nokta neymiş: Büyüyoruz ama sorunlu büyüyoruz. Aman dikkat... aman dikkat... Tarihler 2012.
Şimdi 2023 yılındayız. Adeta 2012 yılını mumla aratıyorlar. Meğerse ne kadar da güzelmiş 2012 yılı.
Bunu söyleyeceğim aklımın ucuna gelmezdi. Yani Türkiye’yi o kadar karanlık kuyuya soktular ki, 2012 yılını bahar diye hatırlar olduk.
***
Burada iki temel nokta var.
Dünkü yazımda da belirttim: 2001 sonrası büyüme oranlarında ‘Yükselen Ekonomiler” çağı açılmış oldu.
Bir örnek vereyim: 2002 yılında Uganda+Tanzanya ülkelerinin ekonomik büyüklüğü 20.3 milyar $. Bu iki ülkenin ekonomik büyüklüğü 2021 yılında 108.4 milyar $ seviyesine ulaşmış. Aynı büyüme hızını Türkiye gerçekleştirmiş olsaydı 2002 yılındaki 240,3 milyar dolardan 2021 yılında 819,0 milyar dolar yerine 1 trilyon 275 milyar dolara çıkmamız gerekirdi.
Şimdi soralım kendimize: Uganda+Tanzanya ülkelerinde asrın lideri mi geldi de son 20 yılda Türkiye’den çok daha hızlı büyüdüler. Onların DAVA dedikleri bizden daha mı kutsaldı da Ülkelerini kalkındırmak-büyütmek için akli yönetim seçtiler.
Sahi şu nasıl bir davadır ki her yere liyakatsiz kendi kadrolarını yerleştirebiliyorsun. Aslında ülkeni değil, kendini ve kendi kadrolarını büyütüyorsun.
***
Tekrar ülkemize dönelim... Türkiye 80’li yıllarda rahmetli Turgut Özal döneminde adeta büyük bir kalkınma altyapısı hazırlardı. Hani köyden okumaya gönderilen ve meslek sahibi olan bir insan gibi...
Oysa diğeri köyde doğar ve babasının toprağında çalışıp büyürdü.
İşte bu kısır döngü 80’lerde dışa açılan Türkiye ile kırıldı.
Nüfus artışı yavaşladı, yaşlı nüfus ise nerede ise yoktu. Herkesin çalışma çağında olduğu bir “Demografik Fırsat Eşiğine” gelmiştik.
90’lı yıllarda Tansu Çiller bu fırsat eşiğini adeta bile isteye mahvetti. Ve ikinci yıkım ise 2000’lerden sonra kalkınma yerine ‘şişirme ekonomisi’ uygulayan AK Parti ile gerçekleşti.
Kısaca durum şuydu: 2001 sonrası küresel likidite bolluğunda yükselen ekonomiler, gelişmekte olan ülkeler adeta kabuk değiştirircesine büyüdüler. Türkiye ise bu değişimin oldukça gerisinde kaldı.
Ayrıca Türkiye demografik fırsat eşiği ile çok daha hızlı ve büyük değişim yapması gerekirken emsallerinin bile çok gerisinde kaldı.
***
Defalarca ama defalarca yazdığım konuya geri döneyim: Geriden çocuk nüfus gelmiyor; hızla yaşlanmaya başladık.
Türkiye’nin gençliği bitmek üzere... Batı bunu refaha erdiğinde yaşadı ama biz hala fakirlikten kıvranıyoruz.
İşte bu çok tehlikeli bir durum. Hem yaşlı hem de fakir bir ülke olacağız.
Bu yolda hızla ilerlerken gençliğini para yiyerek, babasının mallarını satarak orada burada eğlenen serseri gençlik modeline de özeniyoruz.
Gerçeği ne zaman öğrenip geleceğimizi sattığımızı ve kaybettiğimizi anlayacağız. Uyanış ile kurtuluşa giden yolu ne zaman bulacağız? Uyandığımızda çok şey için geç kalmış olacağımız aşikardır.
Ne yapalım... Toplumların kaderi böyleymiş demek ki...