Bu stratejik atmosferde alınan bir kararla, Rusya’dan 2.5 milyar dolar karşılığında S-400 hava savunma sistemi satın alınmasına yönelik anlaşma 2017 sonunda imzalandı. Buna tepki olarak, Trump yönetimi Türkiye’yi F-35 savaş uçağı projesinden çıkardı. Oysa Türkiye, bugün Orta Doğu ülkelerinin satın almak için sıraya girdikleri bu uçakların üretim ortağıydı.
Türk-Rus ilişkilerindeki yakınlaşmaya rağmen, tüm alanlarda, perspektif uyumsuzluğunun devam ettiği anlaşılıyor. Türkiye’nin etrafındaki coğrafya, Rusya ile olan kadim tarihi rekabetin fay hatları durumunda. Nitekim Rus Dışişleri Bakanı Lavrov da açık bir şekilde ifade etti: “Rusya hiçbir zaman, ‘Türkiye Moskova’nın stratejik ortağıdır’ demedi; Türkiye bizim partnerimizdir.”
Dağlık Karabağ krizi, Suriye ve Libya’dan sonra iki ülke arasında yeni gerilim sahası olarak ortaya çıktı. Ermenistan’ın işgali altında bulunan topraklarını kurtarmaya yönelik Azerbaycan’ın sahada verdiği mücadele, geçen hafta Rusya’nın diplomatik müdahalesiyle akamete uğradı. Rusya her iki ülkeyi Moskova’da bir araya getirerek, geçtiğimiz Cuma akşamı başlayan 10 saatlik bir toplantının ardından ateşkes ilan edildi. Ateşkes savaşı durdurmaya yetmedi, ancak bundan sonraki görüşmelerin Minsk Üçlüsü olarak bilinen Rusya, ABD ve Fransa’nın liderliğinde devam ettirilmesi kararlaştırıldı. Müzakerelere Türkiye’nin de katılması yönünde Azerbaycan’ın talepleri, Rusya tarafından geri çevrildi. Rusya, bu müdahalesiyle sahada asıl gücün kendisi olduğunu göstermiş oldu.
Azerbaycan’ın Türkiye ve İsrail’le sahip olduğu yakın askeri ilişkilerine rağmen Ermenistan’la masaya oturmaya zorlayan faktör, Ermenistan ve Rusya arasındaki kolektif savunma paktı. Zira Ermenistan Azerbaycan sınırları içerisindeki hedeflere ve sivil yerleşim merkezlerine dilediği gibi saldırıda bulunurken, Azerbaycan, Rusya’nın bu pakt nedeniyle müdahil olmasını önlemek için, savaşı Dağlık Karabağ ile sınırlı tutmak zorunda. Başka bir deyişle, Rusya, Azerbaycan’ın elini kolunu bağlamış durumda.
Rusya ile Türkiye’yi karşı karşıya getiren başka bir konu da terör örgütü niteleme ve tanımlarındaki farklı duruşları. PKK’yı terör örgütü olarak tanımayan Moskova, Suriye’de PYD ile de gayet yakın ilişkilere sahip olageldi. Rusya, ABD’nin desteğine karşı, Kürt grupları kendi tarafına çekmeye çalışan bir strateji uyguluyor. Moskova’da bir ofisi de bulunan PYD’nin üst düzey heyetleri Rusya’yı sık sık ziyaret ediyor.
Buna karşılık, Rusya, Müslüman Kardeşler örgütünü terör listesine almış durumda. Bu açıdan Rusya, İsrail ve Mısır’a yakın bir konumda yer alıyor. Hatta, petrol fiyatları konusundaki gerginliğe rağmen, son yıllarda Rusya ile Suudi Arabistan arasında stratejik bir yakınlaşmanın oluştuğu göze çarpıyor. Mısır darbesi ve Kaşıkçı cinayeti sonrasında Rusya, Kahire ve Riyad’a hızlı ve güçlü destek sunarak, Batı’dan gelebilecek tepkilerin yumuşamasını sağladı.
Rusya, Türkiye’nin Akdeniz çıkarları için son derece kritik olarak gördüğü Libya’daki çatışmada da Türkiye’nin aleyhinde bir tutum aldı. Rusya, Fransa ve Mısır’la birlikte, Türkiye’nin desteklediği Sarrac yönetimine karşı, isyancı Hafter tarafına en güçlü desteği veren ülke oldu. Sonuçta Rusya’nın da desteğiyle, Libya’da çatışan taraflar arasındaki görüşmelerin ev sahipliğini Mısır üstlendi.
Bu arada, Rusya ve Mısır’ın, Karadeniz’de adıyla ortak deniz ve hava tatbikatı düzenleme kararı da başka bir ilginç gelişmeydi. Tatbikat için seçilen isim de Türkiye’ye bir mesaj veriyor sanki: “Dostluk Köprüsü 2020.”
Yine, Rusya’nın İran ve Esad rejimiyle stratejik, Yunanistan’la kültürel temelli ilişkileri de derinleşerek devam ediyor.
Moskova, Türkiye’nin tarihte hiç olmadığı kadar artan bölgesel yalnızlığını, ustaca hamlelerle kendi lehine çeviriyor. Moskova, Ankara’nın sorun yaşadığı tüm bölgesel güçlerle kurduğu stratejik ortaklık ağı ile, Türkiye’yi adeta bir çember içerisine alıyor.
Türkiye’nin, denge siyasetine dönüş dışında, bu çemberden çıkış için yeterli enstrümanlara sahip olmadığı ise ortada.