— O zaman burada yaşadığın için şanslısın.
— Hayır değilim.
— Neden?
— Çünkü dünyadaki en ırkçı ülkede yaşıyorum. Yani ABD’den sonra.
— Irkçı mı? Nasıl yani?
— Bu okuldan çıkan hiçkimse iş bulamayacak. Belki temizlikçi olabilirler ama kimse avukat olmayacak. Bunun için adlarının Erik ya da Caroline olması lazım. ...Hiç Mustafa adında bir polis gördün mü?
— Hayır.
— Görmedin çünkü İsveç’de Müslümanlar polis olamazlar.
***
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “Bugün bütün dünyada İslam kriz içerisinde bir dindir” şeklindeki ifadesini duyunca, Kalifat (Hilafet) dizisindeki Sulle ve Ibbe adlı Müslüman iki gencin arasındaki bu diyaloğu hatırladım. Netflix platformunda yer alan İsveç yapımı dizide mutsuz Müslüman gençlerin peşine düşen IŞİD militanı Ibbe, Sulle’nin içinde taşıdığı güçlü dışlanmışlık hislerini keşfediyor. Hikayenin devamında da onu ve arkadaşlarını örgüte dahil etmeye çalışıyor.
Yaşadıkları topluma dair aidiyet algısında yaşadıkları kriz, Avrupa’da Müslüman gençlerin radikalleşme potansiyeline sahip olmalarında kritik bir paya sahip. Sulle belki yanlış düşünüyor çünkü dizinin ana karakterleri arasında Müslüman üst düzey polis memurları da var. Ancak taşıdıkları kanaatlerin gerçeğe tekabül edilip etmediklerinden daha çok, güçlü inanışlara, toplum ve ailelerine karşı derin bir aidiyet krizine ve marjinalize olmuş bir kimliğe dönüşmesi asıl önemli olan.
Bunun yanı sıra, Avrupa’da Müslüman gençlerin sadece isimleri nedeniyle iş bulamıyor oluşları, tamamen gerçek dışı bir algı da değil. Bu konuda yapılmış çok sayıda çalışma var. Örneğin 2015 yılında, Fransa’da, Montaigne Institute tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Müslüman isim taşıyan bir gencin iş mülakatına çağrılma şansının Hıristiyan ismi taşıyan aynı niteliklere sahip rakiplerine göre 2 kat daha düşük olduğu tespit edildi. Bu fark cv’lerinde dindar bir geçmişe sahip olduğuna dair ipucu veren adaylar için yüzde 4’e çıkıyor.
Londra’da King’s College tarafından yapılan bir araştırmaya göre 2014 ve 2017 yılları arasında 40 bin yabancı militan IŞİD’e katıldı. Bunlar arasında toplam 5000 kadın militan da bulunuyordu. Sadece Fransa’dan katılan militan kadın sayısı 400’e yakın.
Globsec adlı araştırma kuruluşunun 58’i Fransız, 197 Avrupa kökenli IŞİD terör örgütü mensubu üzerinde yaptığı bir araştırmada, örgüte katılım öncesindeki işsizlik oranı yüzde 40 olarak bulunmuş. Daha önce hapishane geçmişine sahip olanların oranı ise yüzde 54. Fransa’da, toplam nüfusun sadece yüzde 12’sini oluşturan Müslümanların cezaevlerindeki bütün mahkumların yüzde 60-70’ini oluşturduğunu birçok kaynak ortaya koyuyor.
Radikalleşmiş Avrupalı gençlerle yapılan söyleşilerde, isimlerinden ve kimliklerinden dolayı ayrımcılığa uğramayacakları, kendilerini güçlü hissettikleri ve ezilen şahsiyetlerini yeniden bulacakları bir alternatif realite arayışında oldukları ortaya çıkıyor.
Bu nedenle, Macron’un krizin nedeni olarak İslam’ı aramak yerine kendi ülkesi başta olmak üzere Müslümanların sosyal, psikolojik ve ekonomik şartlarına yoğunlaşmasında fayda var. Kriz, başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinin Müslüman azınlığa aidiyet hissi kazandıracak çokkültürlü bir hayatı sunamamasından kaynaklanıyor.
Şüphesiz her hangi bir yorum ya da öğreti sadece belli bir bağlam içerisinde anlam kazanır ve yorumlanabilir. Bu bağlamı ise siyasi, sosyal, tarihi ve ekonomik şartlar oluşturur.
Fransa ve Belçika gibi örneklerde sömürgecilik geçmişinin getirdiği psikolojik etkenler entegrasyonu zorlaştırıyor. Ancak yapısal ve kurumsal faktörlerin rolü de inkar edilemez. Fransa’nın uyguladığı, inanç özgürlüğünü değil, dinin kamusal alandan dışlanmasını esas alan katı laiklik uygulamasının, Müslümanların kendi kültürel kimlikleriyle topluma entegrasyonunu güçleştirdiği ortadadır.
Diğer tarafta, Macron’un İslam’ın kendisini sorun olarak gösteren söyleminin işaret ettiği tehlike, İslamofobinin, Avrupa siyasetinin merkezi bir söylemi haline geliyor olmasıdır.
Şimdiye kadar Batı’da liderler İslam dünyasında radikalizm veya şiddet sorunlarına değindiklerinde bir din olarak İslam’ı hedef almamaya özen gösterirlerdi. Bu tür söylemler kendilerini açıkca anti-İslam olarak lanse eden aşırı sağ partilerle sınırlıydı. Şimdi merkez siyasi çizgiden bir lider sorunun kaynağı olarak doğrudan İslam’ı işaret ediyor. ABD’de Başkan Trump’la başlayan bu söylemi, Fransa Cumhurbaşkanı Macron Avrupa merkez siyasetine taşıyor.
Sosyal gerçekleri dışlayarak, gençlerin dışlanmışlık psikolojisini, ılımlı ya da reforme edilmiş bir İslam yorumuyla tedavi edebileceğini düşünen, İslam’ın Batı saldırısı altında olduğu algısını güçlendirerek sorunları daha da karmaşık hale getirecek yanlış bir yaklaşım.