ABD Başkanı Donald Trump, ülkesinin dünyada en fazla etkilendiği pandemiden dolayı sorumlu tuttuğu Çin’i “bedeli ağır olacak” diye tehdit ediyor. Biden ile olan son tartışmasında da bu konu gündemdeydi.
Trump’ın kastettiği ekonomik ve ticari bir bedel. Her ne kadar Trump’ın kendisi de Çin’de yatırım peşinde koşmuş olsa da, onun döneminde iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler had safhada gerginleşti ve bir ticaret savaşı halini aldı. Pandemiylr birlikte Amerikan ekonomisinin zor günler geçirdiği bir seçim dönemde Çin Trump için kullanışlı bir dış düşman haline geldi.
Bir kaç gün önce sosyal medyada, dünyanın en fazla ihracat yapan ilk 13 ülkesinin sıralamasındaki değişimi gösteren ilgi çekici bir hareketli grafik paylaşılmıştı. Uzun yıllar ABD lider konumunu sürdürüyor, onu değişen sırayla Almanya ve Japonya, ardından da İngiltere, Fransa ve İtalya izliyordu. 1990’lı yılların ortalarına kadar listede olmayan Çin ise, kısa sürede çok hızlı bir tırmanışla ABD’yi 2012’de geçiyor ve son birkaç yılda da farkı açıyor.
Çin’in bu başarısı hiç kuşkusuz sanayileşmiş ülkelerdeki üretimin 2000’lerin başından itibaren bu ülkeye göç etmesi nedeniyle gerçekleşti. Örneğin, son 30 yılda Amerikalı şirketlerin Çin’de yaptıkları doğrudan yatırımın toplamı 275 milyar dolar. Çin’in 1978’de Deng Xiaoping yönetimiyle birlikte geçiş yaptığı ekonomik liberalizasyon politikalarıyla yabancı yatırımlar teşvik edildi. Çin yatırımların sağladığı ivmeyi ekonomik kalkınmasını tamamlamada kullandı; ardından da inovasyon aşamasına geçti.
Çin’in artan ekonomik gücüyle birlikte bölgesinde siyasi ağırlığını hissettirmesi, başta Japonya başta olmak üzere Asya’daki tüm ülkeleri rahatsız ediyor ve güçlerini birleştirmeye sevk ediyor. Çin’in etrafında örülen bu ittifak çemberinin bir ucunda da bu ülkeyi küresel bir rakip olarak gören ABD bulunuyor.
ABD ile Japonya arasında, Kovid-19 pandemi krizi sonrasında hem Çin’e olan ekonomik bağımlılığı azaltmak, hem de bölgesel hegemonya haline gelmesini engellemek için şirketlerinin yatırımlarını kendi ülkelerine ve diğer Asya ülkelerine kaydırılmaları konusunda bir görüş birliği var.
Trump yönetimi Çin’den yapılan ithalata gümrük vergilerini artırarak Amerikan şirketleri yatırımlarını Çin’den ülkeye getirmelerini sağlamaya çalıştı. Bundan kısmen başarılı olduğu da söylenebilir. Son birkaç senedir iki ülkenin karşılıklı yatırımları önemli ölçüde azaldı. Yine, ABD Dışişleri Bakanlığı, Amerikan üniversitelerinin yatırım fonu yönetimlerine bir uyarı mektubu göndererek Çin şirketlerindeki hisselerini elden çıkarma çağrısı yaptı.
Ancak bugün Çin’de üretim yapan Amerikan teknoloji şirketlerinin Amerika’ya ya da başka bir ülkeye dönmeleri çok kolay değil. Örneğin Apple’ın Çin’de üretim sürecinde üç milyon işçi çalışıyor; onbinlerce tecrübeli mühendis ve müfettiş kalite kontrolünde görev yapıyor.
Apple şirket yöneticisi Tim Cook Çin’in ulaştığı üstün üretim kabiliyeti nedeniyle üretimin Çin’den başka bir yere aktarılmasının mümkün olmadığını ifade ediyor: “Genellikle insanlar şirketlerin Çin’e ucuz işgücü için geldiğini sanıyorlar. Çin ucuz işgücü ülke statüsünü çoktan kaybetti. Gerçek neden üretim altyapısı...Bizim ürünlerimiz gerçekten çok ileri ve hassas kalıp tasarım gerektiriyor. Çin’de bu konuda yetişmiş insan potansiyeli çok ileri noktada. Amerika’da kalıp tasarım mühendislerini toplayın bir odayı dolduramazsınız. Çin’de ise birkaç futbol sahasını doldurabilirsiniz.”
Ne var ki bu sözler Trump’ın Çin’e dair endişelerini haklı çıkaracak nitelikte. Üretim kapasitesi açısından Çin’in ABD’yi geçmesinin nedeni, yıllar boyunca Amerikan şirketlerinin yatırımlarını Çin’e kaydırmaları. Trump’ı 2016’da iktidara getiren sosyal tepkinin nedeni buydu. Bu seçim döneminde de Trump, Çin tehdidi söylemini çok sık kullandı.
Çin’e karşı Amerika’nın yanındaki en güçlü müttefiki olan Japonya ise kendi şirketlerinin Çin’deki yatırımlarının geri çekip bir kısmını ülke içine bir kısmını da Asya’nın farklı ülkelerine kaydırmaya çağırdı. Bu amaçla Abe’nin planladığı 2.2 milyar dolarlık bir teşvik paketini yeni başbakan Suga daha da genişletti. Japon hükümeti, şirketlerin yatırım transfer maliyetlerinin yarısını karşılamayı taahhüt ediyor.
Suga’nın ilk resmi ziyaretini Vietnam ve Endonezya’ya gerçekleştirdi ve bu ülkelerle güvenlik ve ekonomi alanlarında bir dizi işbirliği anlaşması imzaladı. Hem Komünist Vietnam rejimi, hem de anti-komünist Endonezya kendisini Çin tehdidi altında hissediyor ve ABD-Japonya ikilisiyle işbirliklerini artırıyorlar.
Ne var ki kapitalist ekonominin kurallarını ve küresel ticaret sistemi değiştirmeden ne Amerika’nın ne de Japonya’nın şirketlerini yatırım teşvikleriyle, yaptırımlarla ya da yüksek gümrük vergileriyle Çin’den çıkmaya ikna edebilmeleri mümkün değil.
Üst düzey bir Japon ekonomi bürokratının ifadesiyle, “küreseleşmeden çekilmiyoruz, ancak küreselleşmeyi güncellemek zorundayız. Küreselleşme devam edecek ama şirketler yeni normale alışacaklar.”