Karamanlıları övmek amacıyla yazılmış destanî bir metinde de olsa, Şikârî devrin değiştiğini ve güç dengesinin Osmanlılar lehine çok bozulduğu gerçeğini yok sayamamıştır.
Şikârî’nin kurgusunda, Germiyanoğlu, Karamanoğlu’nun himayesinde olan I. Murad’a saldırmakla kalmamış, Batı Anadolu beyliklerini organize ederek doğrudan Karamanoğlu’na da asi olmuştur. Metinde, I. Murad’ın kızını Karamanoğlu Alâeddin’e vermesi bir dönüm noktası olarak geçtiğine göre, Germiyanoğlu’nun bu hurucunun da teknik olarak 1382-1383 yıllarında olması gerekir. Söylemeye pek gerek yok ama böyle bir kurguyu başka hiçbir eserde görmüyoruz. Bilâkis, Germiyanoğlu Süleyman Bey’in, kendi kızını Murad’ın oğlu Bayezid’e vermesi hatta bu vesileyle Germiyan ve Osmanlı ülkelerinin birleşmeye doğru gitmeleri söz konusudur…
Aslında, Osmanlı kroniklerinin aksine, Şikârî’de söz konusu edilen olaylar için, doğru veya yanlış, herhangi bir tarih verilmez. Bu belki de bilinçli bir ihmâl veya tercihtir çünkü Şikârî’nin önceliği geçmişteki olayların ne zaman cereyan ettikleri yolunda okurlarına bir fikir vermekten çok, o olayları çeşitli entrikalar, ihanetler, cömertlikler, kahramanlıklarla süslemek ve özellikle savaş sahnelerini destanlaştırarak anlatmaktır. Kısacası, döneminde bile “tarih” olarak yazılmamış bir metinle karşı karşıya olmamız ihtimali hiç de az değildir. Öte yandan, metnin kaleme alındığı dönemde Şikârî’ye hamilik yapacak bir Karamanlı hanedanı kalmadığı için onun Karamanlıları öven bu metni kaleme alış nedenleri ve tabii ki böyle bir metnin nasıl bir ihtiyaca cevap verdiği ve kimler tarafından okunduğu gibi hususlar bizim için karanlıkta kalmaktadır. Şikârî’nin kimliği hakkında bilgimiz olsaydı belki bu soruların bazıları hakkında spekülasyonlar yapabilirdik ama o durumda da değiliz.
Neyse biz Şikârî’nin hikâyesine dönelim. Germiyanoğlu’nun “diyar-ı Osman”ı yağmaladığı ve Konya’ya doğru yürüyüşte olduğunu Eşrefoğlu, Lârende’de olan Alâeddin Bey’e iletir. O da, Germiyan ülkesini at ayağı altında harap etmeye ahdeder. Fakat veziri Süleyman Paşa, Germiyanoğlu’na hak verir. Diğer veziri Mahmud Paşa, “Padişahım, eğer Osman hatırı içün edersen eyleme. Zirâ Osman’da hakikat yoktur (…) fırsat bulduğu gibi senin diyarına kasd eder” diyerek destekler. Beyler de hak verir. Alâeddin Bey biraz tereddüde düşer ama I. Murad tam da bu esnada çıkagelmez mi?
Şikârî’nin satırlarından yansıyan Murad görüntüsü, Osmanlı kaynaklarının Gazi Hünkâr’ından haylice farklıdır:
“Bunlar sözde iken İbn Osman içerü girüp yer öpüb Germiyan’dan şekva eyledi. ‘Benim diyârım aldıktan sonra senin üç pare şehrin aldı. Benimle husumet eder. Senin kulun iken sana dahi kasd eyledi’ dedi. Lûtf eyle Allah’ın buyruğu üzere kızım verdim, oğlumsun benim. Acımı bundan alıver’ dedi ağladı.”
Alâeddin tabii ki Germiyan’ı yener. Onun özür dilemesi üzerine de “Ey İbn Germiyan! Osman benim çırağımdır ve hem dünya ve ahiret baba edinmişimdir” diyerek Murad’ın topraklarını geri alır. Germiyanoğlu ile barışırlar. Ahitnameler yazılır ama fazla bir hükmü olmaz. I. Murad’ın başından, esir olarak Kütahya’da bulunmak gibi bir hadise daha geçer. Karamanoğlu sayesinde kurtulur. Bir de Karamanoğlu’nun çok sevdiği, onunla konup göçen Mustafa adlı bir kardeşi varmış ona da üç sancak ihsan edilir.
Karamanoğlu’nun yaptıklarından mağdur olan Germiyan ve Hamidoğlu’nun karşı hamleleri ise iyice şaşırtıcıdır. “Alişar” diğerine, “Gel Osmanoğlu Murad Beğ’e varalım, yardım isteyelim” der. Ona, “Bize yardım eyle, diyâr-ı Karaman’ı taht edin, sana alıvirelim, seni padişah edelim. Şimden gerü Konya’yı taht edelüm” derler. Murad’ın gönlü olur. “Kutlu” ve “Timurtaş” adlarında iki de “kâfir” beyini yanlarına alarak Germiyan ve Hamid ülkelerini Karamanoğlu’ndan geri alırlar. Mustafa, ağabeyi Murad’a, “Lâyık mıdır bunların sözlerine uyub Karamanoğlu ile ceng edesin? (…) Karamanoğlu olmasa bunlar bizi ortadan çokdan kaldırırdı” derse de dinletemez. Öyle anlaşılıyor ki, 1386’da I. Murad’ın, Sırp yardımcı kuvvetleriyle birlikte Karamanoğlu’na yaptığı sefer ile çok sonra, II. Murad’ın, kardeşi Küçük Mustafa’yla olan çatışmaları bir şekilde Şikârî’nin metnine yansımış… Yalnız, Şikârî’nin inşa ettiği dünyada, I. Murad bu savaşta dört yerinden yaralanarak “muhkem zebun” olur, ahdini hemen bozacak olmasına karşın barış ister!
Osmanlıların, kendileri gazadayken arkadan saldıran Karamanlılarla savaşmanın da gaza hatta en büyük gaza sayılacağına ve böyle yapmanın farz olduğuna ve Karamanlıların dinden çıktığına dair geliştirilen ve Osmanlı kroniklerine yansıyan görüşlere daha önce değinmiştim. Karamanlı tarafında da dinî argümanlarla Osmanlıların Müslümanlığını sorgulayan karşı görüşler geliştirilmiş olması pekâlâ mümkündür. Şikârî’nin metninde böyle olduğu ise kesindir. Savaşın iyice kızıştığı bir anda, Karaman tarafından Turgutoğlu Ali Bey, meydana girip şöyle seslenir:
“Ey Murad Beğ! Osman, Karamanoğlu dikmesidir [Sakaoğlu- Sözen yayınında ‘degmesidir’ okunmuş] ve senün pederini Germiyanoğlu habsinden çıkaran Karamanoğlu değil midir? Alem ve nakkare veren Karamanoğlu değil midir? Şimdi nice ceng edersin ve Tekfur-ı Kostantin’den iki kâfir beğin niye yardımcı aldın? Müselman üstüne geldin, Müselman olan kâfir asker mi cem’ eder?”
Daha sonra I. Murad ahdini bozup yine savaşa başladığında Alâeddin Bey, “İbn Osman’ın ne ahdi dürüsttür ve ne imanı” der. Ona bir mektup ve aldığı fetvaları gönderir. Şöyle demektedir:
“Ey Murad Beğ! Müselman Müselmana kılıç çekmek kangı kitabda vardır? Müselman kâfir askerinden yardım alub Müselmanlar kırmağa gelmek kangı mezhebde vardır? (…) Fetvaları yanında olan ulemalara okudasın, göreler din-i Muhammed’e eylediğin fiiller var mıdır?”
Fakat Murad, hiç oralı olmaz, mektubu ve fetvaları parça parça ederek savaşa başlar. Önce o galip gelse de Osmanlılar sonra Konya önünde yenilir ve bağrışarak aman dilerler.
Karaman veziri Süleyman Paşa aman verilmemesinden yanadır:
“Fırsat demidir padişahım, heman kıralım (…) Zira bunlar bî-asıldır, han oğlu değildir. İyilik nedir, mürüvvet nedir bilmezler. Fırsat bulsalar babaların katlederler. Zebun olsalar kul olurlar…”
Alâeddin ise “Mürüvvet değildir zebuna kıymak. Eğer yine hıyanet ederse gene bula” diyerek bu öneriyi reddeder. Konya önünden çekilmesine izin verilen Murad ise, kapısını açık bulduğu Beyşehir’i zapt etmeyi ihmal etmez. Adamı Demirtaş’ı orada bırakarak kendisi Bursa’ya döner. Alâeddin, “Bu adamın sözünün mefhumu yokdur. Bilmem ne milletdendir? Zebun olsa kulun olur, aman diler, yine kurtulsa bildiğin işler” diyerek Beyşehir’i geri alır ve savaşın bundan sonra Osmanlı toprağında geçeceğini ilân eder.
Metnimiz, “Edrene ile İstanbul arasında Murad Beğ kâfir elinde şehid olmuş idi” dediğine göre, görünen o ki I. Murad, ayağının tozuyla Balkanlara sefere gitmiştir. 1389 I. Kosova savaşının Şikârî’deki yansıması da böyle… Yeni Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid, Karamanoğlu’nun Eskişehir önüne geldiğini duyarak adamları Demirtaş ve Kutlu’yu onu karşılamaları için önden gönderir. Alâeddin’in, Bayezid’in kız kardeşinden olma oğlu Mehmed, Demirtaş’ı esir eder. Bayezid’in gelmesiyle savaş kızışır. Üç günün sonunda Alâeddin Bey gelir. Bir hafta daha savaşırlar. İki taraftan sekiz bin kişi ölür. Bayezid, “Karaman ile cenge takat getürmeyüb” barış ister. Diğer beylerin aracı olmasıyla barış yapılır. Karamanoğlu, Demirtaş ve Kutlu’yu otuz bin altına serbest bırakır.
Bayezid ahdinde durmaz ve “Hoca” adlı kardeşi ile Demirtaş ve Kutlu’yu Karaman üzerine gönderirken kendisi Saruhan’ı işgale gider. Osmanlı şehzadesi Hoca, İshaklı’da Karamanlılara yenilir, dört yerinden yaralanır ve kaçar. Bayezid, 62.000 kişilik bir orduyla gelerek Konya’yı kuşatır. Günlerce süren savaştan sonra yenilir ve “Ey Şah Alâüddin! Ben seninle cenge gelmedim. Aydın ve Saruhan hasmım idi. Anları kovarak geldim. Oğulların çıkub benimle ceng etmeye başladılar” diyerek barış ister. O da iki yerinden yaralanmıştır.
Osmanlıya aman verilmemesi için bu kez Karaman şehzadelerinden Pir Ahmed babasına çok yalvarır fakat o, “zebun öldürücü değülüm. Yol verin gitsün” der. Bir daha Aydın, Saruhan, Menteşe, Hamid ve Eşrefoğlu ülkelerine saldırmayacağına dair Kelâmullah’a and verdirerek Yıldırım Bayezid’i serbest bırakırlar. O da Alâeddin Bey’in ölümüne kadar Aydın ve Saruhan’a asker göndermez, ancak Mehmed Bey’in Karaman tahtına çıkmasından sonra o beylikleri alır. Peşine de Timur vakası meydana gelir.
İlginçtir, Karaman’ın bağımsızlığına büyük oranda son veren ve Alâeddin Bey’i öldürten Yıldırım Bayezid, Şikârî’nin metninde Karaman’a karşı hemen hiçbir şey yapmayan ve verdiği sözleri tutan bir hükümdar olarak tasvir edilmiştir. Onun anlattığı şekliyle Karamanoğlu Alâeddin’in ölümüyle Bayezid’in hiçbir ilgisi yoktur. Karamanoğlu’nun eskisi gibi zaferler kazandığını söylemenin kurgusal bir metinde bile inandırıcı olamayacağının farkında olan Şikârî’nin bulduğu çözüm ise, yenişemeyen iki devletin ahitleştikleri ve aralarında muhabbet olduğu görüşünü işlemek olmuştur.
Bayezid, Alâeddin’in ölümünden sonra dört yıl içinde 26 kez Karamanoğlu Mehmed Bey ile savaşırsa da kimse galip gelemez! Bunun üzerine hiçbir zaman “kılıç çeküb sınırlarından içeri” girmeyeceklerine dair Kur’an üzerine ant içerler. Ahitname yazılır. Aydınoğlu, Demirtaş’ın oğlunu hapsettiğinde bile Bayezid, “Karamanoğlu ile bu denlü and içüb ahd eyledük. Ahdi bozalum mı?” der. Veziri Sinan Paşa, “Ahdı Karamanoğlu ile eyledin. Aydın ve Saruhan ile eylemedin” der, yine ikna edemeyince “Sen varmazsan biz varırız” diyerek Aydın diyarına gider ama yenilip geri döner. Öfkelenen Bayezid, ancak o zaman sefere çıkar.
Saruhan ve Aydın beyleri yenilip Lârende’ye kaçtıklarında Mehmed Bey, “Ne ‘acib Osmanoğlu Bayezid Han’ın ahdi andı dürüst değil! Yohsa Kelâmullah’a itikadı yok mudur? (…) Yedi kere ahd eyledi gene bozdu” der. Fakat vezir-i ebed-müddet Süleyman Paşa, suçun bu kez Osmanlı’da olmadığını, beylerde olduğunu, Bayezid’in Karaman sınırında duracağını söyler. Nitekim öyle olur. Buna rağmen Mehmed Bey, divanını toplayarak Osmanlı ile savaş konusunu müşavere eder. Fakat beyleri, “Osmanoğlu ahdi bozub senin sınırundan içerü girmedi. Bu kerre ahdi sen mi bozarsın?” diyerek savaş fikrine karşı çıkarlar. Anadolu beylikleri ve Osmanlı arasında sıkışan Mehmed Bey ne yapacağını şaşırmışken Allah’ın hikmeti, Timur gelir, Bayezid Han’ı helâk eder ve bütün beylere topraklarını geri verir!
Mehmed Bey’in, Antalya kalesini kuşatırken top güllesi isabetiyle ölmesi üzerine Karaman beyleri onun yerine oğlu İbrahim’i bey yaparlar. İbrahim de başlangıçta Osmanlı ile bir miktar savaşır ama Germiyanoğlu ve Dulkadiroğlu aracı olur. Barış yapılır. Kaynağımız bir veli hatta kutup olarak tanıttığı İbrahim Bey’in dönemini büyük bir nostalji ile anmaktadır:
“Elli bir yıl diyâr-ı Karaman’a sultan olmuşdur [aslında 1423-1464 arası], hutbe ve sikke okutmuşdur. Düşmandan bir kimesneye il vermemişdir. Zamanında Karaman halkı muhkem huzur eylemişdir.”
Şikârî’nin, “Osmanoğlu ile İbrahim Han zamanında muhkem muhabbet üzere olmuşlardır” demesi ise, İbrahim Bey döneminde de Osmanlı ile rekabetin sürdüğü ve Karamanlıların, Macarlarla koordineli olarak Osmanlı topraklarına saldırmaya devam ettiği dikkate alınırsa ancak, Karaman’ın Osmanlı üstünlüğünü tanıdığı ve vassal olmayı kabullendiği 1444 sonrası için geçerli olabilir.
Her hâlükârda, kurgusal özellikleri ağır basan destanî bir metinde de olsa, Şikârî devrin değiştiğini ve güç dengesinin Osmanlılar lehine çok bozulduğunu yok sayamazdı. Karaman, artık diğer beyliklere (ve Osmanlılara) sancak ve davul verme konumunda değil, kendi çekirdek varlığını koruyabilmek kaygısındadır. Başarı, daha fazla toprak kaybetmemek ve halkını savaşlarla ezdirmemektir. Şikârî’nin ölüm döşeğindeki İbrahim Bey’in oğullarına vasiyeti olarak aktardığı şu sözler ,ise durumu galiba fena özetlemiyor: “Benim zamanıma gelince Osmanoğulları bizden korkarlardı, bizim anlarun üstüne galebemiz var idi. Şimden sonra anlar bize galebe eder. Müdârâ edesiz.”