Son iki yazıdır “Türk Milleti” formülünün, ülkemizdeki yaygın kanaatin aksine, ortaya çıkmak için Cumhuriyet’i beklemeyen bir icat olduğunu yazıyorum. Üstelik “Türk Milleti” dediklerini aktardığım her iki Tanzimat Osmanlısı da ulema âleminde ve din kültürü içinde neşv ü nema bulmuş olan Ahmed Cevdet Paşa ve Hayrullah Efendi’ydi. Bu yazıda da düzenli bir medrese tahsili görmese de toplum önüne ulema kimliği ile çıkan, hatta kısa bir süre için medrese hocalığı bile yapan, üçüncü bir kişinin, Ali Suavi’nin bazı görüşlerine yer vereceğim. Henüz Tanzimat döneminde, “Türk Milleti” nitelemesinde bulunan üç aydının da ulema bağlantılı bulunmaları ve “millet” dendiğinde bir din veya onun mensuplarının anlaşıldığını en iyi bilmeleri gereken kişiler olmaları, bu seçimlerinin tesadüfî olmadığını düşündürüyor bana. Cumhuriyet dönemi başlarında (ve belki de bugün bile) “Türk milleti / ulusu” dendiğinde etnik kimlikten ziyade dinî aidiyetin akıllara gelmesini, “nation” kavramının bu dinî terimle karşılanmış olmasına borçlu olabilir miyiz acaba? Bir varsayım olarak kenara koyalım.
Ali Suavi’ye geçmeden önce, bir ufak notu da çok büyük bir konu üzerine düşeyim. “Ne demek icat?” veya “Daha önce Türk Milleti yok muydu? Orhun yazıtlarında bile geçiyor ‘Türk Milleti’ sözleri!” şeklinde itirazlar olabilir. Orhun yazıtlarında “Türk Milleti” sözcükleri geçmiyor, çok sonraki bazı Türkologların çeviri tercihidir. Orijinal ifade “Türük Bodun” dur. “Bod” sözcüğü, d / y harfleri değişmesi yüzünden hemen tanınmıyor ama bugünkü “boy”dur. Şimdi kullanılmayan bir çoğul ekiyle de “boylar” anlamını veriyor. “Türük” sözcüğü de Semih Tezcan’ın önerdiği gibi “dürülmüş, dürük” gibi bir anlama geliyorsa, “bir araya gelmiş boylar” gibi bir anlam çıkar ki gerçekten de bir boylar konfederasyonu olan Köktürk toplumunu gayet iyi anlatan bir tanımlama olur. 19.yüzyılın ikinci yarısına kadar Osmanlı’da kullanılmayan bir kavramı ta Köktürk döneminde görmek gerçekten şaşırtıcı olurdu. Dolayısıyla; evet, 17. yüzyıldaki İngiliz ve 18. yüzyıldaki Fransız devrimlerinden sonra en üst düzeydeki siyasî oluşumun adı ve siyasî sadakatın odak noktası olarak ortaya çıkan “ulus” kavramı bir icattır. İngilizler, Fransızlar, Almanlar, Ruslar için ne kadar öyleyse Türkler için de öyledir. Yalnız lütfen dikkat, “Türk Milleti, Alman Milleti yoktu. İcat olan bu” diyorum. “Türkler yoktu, Almanlar vs. yoktu” demek değil bu. Uluslardan ve uluslaşmadan önce çeşitli insan topluluklarında, bu arada Türklerde ve hatta Osmanlılarda, sayısız tarihi kaydın gösterdiği üzere etnik bir bilinç hep vardı. Gerçekten devasa konudur…
Ali Suavi Efendi’ye gelince; yurtdışında “La Jeune Turquie”, “Young Turkey Party” gibi isimlerle anılan ama daha sonraki Jön Türk hareketi ile karışmaması için Yeni Osmanlılar veya Genç Osmanlılar adı verilen, gerçek adı ise bir ihtimalle, “Meslek” olan bir gizli örgütün üyesiydi. O örgütün de en kavgacı, en mücadeleci, en çelişkilerle dolu üyesiydi. Ne Âli ve Fuat Paşalar ile ne de ihtilâlci yoldaşları olan Namık Kemâl ve Ziya Paşa veya Kânipaşazade Rifat ile kapışmaktan çekindi. Toplumun karşısına çeşitli gazeteler, risaleler, yıllıklar, çeviriler ile çıktı. Sürgünlerde yaşadı. Karışık ilişkileri oldu. Mekteb-i Sultanî müdürlüğü yaptı. Kendisini müdürlüğe getiren Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmek ve V.Murad’ı tekrar padişah yapmak için Mayıs 1878’de, Rus ordusu henüz İstanbul kapılarındayken, birkaç yüz Filibeli mülteciyle Çırağan vakasını düzenledi ve o hadise esnasında öldürüldü.
İşte Ali Suavi de “Türk Milleti” diyordu. Tabii ki “Türk” deyince ne anladığını, “millet” deyince ne anladığını uzun uzadıya tartışabiliriz. Dahası, çeşitli yazılarında aynı konular hakkındaki farklı, gelişmekte olan veya birbirleriyle apaçık çelişkili görüşlerini görebiliriz. Bazı tutarsızlıklarıyla kendisi hesaplaşmış, bazılarını ise tutarsızlık olarak bile görmemiştir. Fakat yazdıklarının tümüne birden bakılınca Ali Suavi’de baskın bir Türk milliyetçiliği düşüncesi olduğunu ve bu düşüncenin gayet sistematik bir hâlde bulunduğunu farketmemek mümkün değildir.
Benim de bu yazının sınırları içinde asıl vurgulamak istediğim budur. Ali Suavi “Türk Milleti” dediğinde 1860’lı yılların sonuydu. Sultan Aziz’in saltanatının başlarıydı. O kadar erken bir dönemdi. En önemlisi ise, Ali Suavi’nin bu yeni dili Osmanlı için yeni, hele ki özel gazeteler dikkate alınırsa çok yeni olan bir vasatta, matbuatta kullanmasıydı. Britanya’daki Rusya karşıtı lobiler ile sıkı-fıkı olan ve Tanzimat paşalarının Rusya’ya karşı pek tavizkâr olduğunu düşünen Ali Suavi, 27 Ocak 1868 tarihli Londra baskısı Muhbir’de şöyle yazmıştı: “Acaba bizim milletimizde vatanını ve dinini ve evlat ve iyâlini ve menfaatini sever insan mı kalmadı? Hani vaktiyle cihanı titreten Türk milleti, şimdi polisten korkup Moskof’un esaretine razı mı olacak?” Hâlâ çokuluslu ve çok dinli bir imparatorluk olan Osmanlının “Türk milleti” olarak yeniden tanımlanmasının olanca önemi bir yana dursun, buradaki millet ve vatan kelimelerinin de tamamıyla modern anlamlarında kullanıldığını vurgulamaya gerek yok sanırım.
Suavi’ye göre “Türk milleti”nin cihanı titrettiği zamanlar ne zamandı sorusunun da cevabına sahibiz: “Milad-ı İsa Aleyhisselam’dan 4. asırda Avrupa’da bulunan ve İstanbul kralını haraca kesen ve Edirne ve Yanya taraflarına hücum eden ‘Huns’ Türklerdendir. Eski Yunanîlerin ‘Huns Ephtalites’ dedikleri yani medeniyetlerine ve hüsn-i ahlâklarına mebni Beyaz Hunlar diye tesmiye eyledikleri kavim Türklerdir.” Suavi’den yüzlerce yıl önce Hunlar, başka bir Osmanlıca metne de aynen böyle, Frenkçe çoğul eki olan “s” harfi isimlerinin bir parçası gibi görülerek girmişlerdi… Ama lâfı dağıtmayayım… Suavi’nin Hunlar hakkındaki bilgisini hatta Hun- Türk ilişkisi hakkındaki düşüncesini Fransızca bir kaynaktan aldığı aşikârdır.
Yine de çağdaşı Avrupa’da bulduğu bu düşüncelere kendinden bir şeyler katmadığını, Şark’tan gelen bilgilerini de kullanmadığını hiç söyleyemeyiz. “Özhan, [Uzhan, HE] Oğuz Han, Goz [Guz, HE] Han hep birdir. Oğuz, Uygur, Ur [Ogur, HE], Hungur (Macar) bu familyadandır. İbrahim Aleyhisselam’a muassır idi.” Suavi, Oğuz Han’ın Hazreti İbrahim ile çağdaş olduğu yolundaki bilgiyi bir Batı kaynağından alabilir miydi hiç? Tam tarih de veriyor:
“Türklerin Anadolu’ya kerrâren geçtikleri Heredot’tan anlaşılır. Ve Acemistan ve Suriye ve Anadolu’da hüküm süren Selçukî Türkler Özhan neslindendirler. Şimdi Türkistan padişahı Abdülaziz Han dahi o familyadandır. Bu bir büyük familyadır ki İbrahim Aleyhisselam asrından beri yani üç bin iki yüz seneden beri rû-yı arzda saltanatı malumdur.”
Yerimiz doldu gibi. Sadece iki şey söyleyeyim ve arkası haftaya kalsın: 1-) Ali Suavi, şu yukarıdaki sözleri, Anadolu’da sanıldığı kadar Türk bulunmadığı yolunda Batı basınında gördüğü ki bir yazıya tepki olarak yazmıştı. 2-) Suavi’nin Oğuz Han ve İbrahim Aleyhisselam’ın çağdaş oldukları yolundaki bilgisi tabii ki Heredot’tan filan gelmiyor, geçerken belirtmiş olayım, eski Osmanlı kroniklerinden Mehmed Neşrî Efendi’ye kadar geri gidiyor. Bu arada, Ali Suavi hakkında şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı ve yetkin çalışma Hüseyin Çelik’e aittir. Bütün alıntıları bu eserden (Ali Suavî ve Dönemi) yaptım.