Tarihî kaynaklarda gördüğümüz ve tanıdık olduğunu düşündüğümüz, çağrışımlarını iyi bildiğimizi sandığımız bir kelime, bizlere belki de bambaşka bir şey söylüyordur…
Tartışmayı kısaca hatırlatayım, artık anaakım hâline gelmiş bir görüş mealen, “Osmanlı’lar, batıdaki kullanımların aksine, kendi ülkeleri için Türkiye veya benzeri bir adı hiç kullanmamışlardır, onlar için ne coğrafî ne de siyasî olarak böyle bir varlık söz konusuydu” diyordu. Ben de “Osmanlılar, 19. Yüzyılın ortalarında, kendi imparatorlukları için “Türkistan” adını, resmî belgelerde bile rahatça kullanmaktaydı” diyordum. Bu yazıda ise, Avrupalıların Türk etnik adından türettikleri kelimelerden biri yerine neden Türkistan kelimesinin kullanıldığını irdeleyeceğim.
Evvelâ hikâyenin sonunu baştan söyleyeyim ki Osmanlı için Türkistan kullanımının belirli bir ömrü olmuş ve birkaç istisna dışında 20.Yüzyıla taşınmamıştır. Sonuçta, 1920 yılında Ankara’da açılan meclise, “Türkistan Büyük Millet Meclisi” değil, “Türkiye Büyük Millet Meclisi” dendi. Demek ki daha Osmanlı döneminde bir dönüşüm olmuş, Türkistan kelimesi yerini Türkiye’ye bırakmıştı. Üstelik “Türkiye/Türkiya” kullanımının tarihini de yine 19. Yüzyıl ortalarına çekebiliyoruz. Meselâ, yazılarında daha çok “Türkistan” diyen Ali Suavi, 1871’de Paris’te yayımladığı sâlnâmeye Türkiya fi 1288 yani 1871’de Türkiye adını vermişti ve tabii ki Osmanlı İmparatorluğu’nu kastediyordu. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama önemli olan Türkistan ve Türkiye kullanımlarının bir süre beraberce kullanıldıktan sonra Türkistan’ın yavaş yavaş tedavülden kalkması.
Daha da önemli olan ise, günlük hayatta giderek daha çok kullanılan “Türkiye” kelimesinin görebildiğim kadarıyla hiçbir Osmanlı resmî belgesinde kullanılmamış olmasıdır. O zaman sorumu çevirip şu şekilde bir daha sorayım: Osmanlı resmiyeti “Türkiye” kullanımından pekâlâ haberdar olduğu halde resmî kullanımda niçin Türkiye değil de Türkistan demiştir?
Bu hususta çekici ve kestirme bir varsayım, Osmanlı bağlamlarında Türkistan kullanımının 19. Yüzyıldan çok daha eskilere giden bir tarihinin olabileceğidir. “Böyle bir kelimeyi hiç bilmiyorlardı da sırf Avrupa dillerindeki Türk kelimesinden türetilmiş yer adlarını karşılamak için uydurmadılar ya?” diye düşünmek doğaldır. Ama iş o kadar basit değil. Bir de Orta Asya Türkistan’ı var. Ya bizim şu an için bilmediğimiz bir şekilde, 19. Yüzyıl Osmanlıları, Orta Asya Türkistan’ından mülhem olarak kendi ülkelerine Türkistan demeye başladılarsa? Sonuçta dünyada, bazen başına “yeni”, “küçük” vesaire gibi sıfatlar takılması veya yalın hâlin korunması suretiyle aynı adı paylaşan pek çok yer var. ABD’nin Georgia Eyaletindeki Atina kentini bilirsiniz herhalde veya Ohio’daki Makedonya’yı! Dolayısıyla hemen çöpe atmayalım bu düşünceyi.
Öte yandan, Osmanlı dünyasında etnik adlardan türetilmiş o kadar çok yer adı var ki, biraz tümdengelimle düşünerek, “Arabistan, Kürdistan, Lazistan, Macaristan, Arnavutluk vardı da Türkistan niye olmasın?” da diyebiliriz. Diğer etnik toplulukların adlarından yer adı türeten bir kültür, Türk etnoniminden bir yer adı niye üretemesin? İmparatorlukta, Türk soyundan kimse mi yaşamazdı? Ama ya bu türetme işlemi, 19. Yüzyılda olduysa ve dillerindeki (-stan) ekiyle Türkistan’ı türetip Avrupa’nın Turchia veya La Turquie’sini Türkistan olarak karşıladılarsa?
Dolayısıyla elde var iki temel çalışma hipotezi: A- Türkistan kelimesi ancak 19. Yüzyılda Osmanlı için kullanılmaya başlamıştır. B. Bu kelime daha önce de Osmanlı bağlamlarında, Osmanlılar tarafından kullanılmıştır. Evet, tarih çalışırken deney yapamayız ama formel bilimsel yöntemi pekâlâ kullanırız. Tamam, sosyal bilimiz, birtakım öznelliklerimiz var ama bu ikisi birden aynı anda doğru olamaz. Bunların hangisi doğrudur acaba? Anlamak için bu çalışma hipotezlerimizi tarihî olgularla çakıştıracağız. Başka bir yöntem var mı?
Oğuz boylarının epik destanları olan Dede Korkut kitabındaki hikâyeler, Oğuz ve Peçeneklerin birbirleriyle savaşlarından hatıralar taşıyan ve 10.Yüzyıla kadar geri giden bir Orta Asya katmanına rağmen 16. Yüzyıl başlarında, Osmanlı egemenliği altında veya Osmanlı etkisinin çok yükselişte olduğu bir zamanda yazıya geçirilmiştir. Başta merhum Fahrettin Kırzıoğlu’nun çalışmaları olmak üzere akademik çalışmalardan da bu hikâyelerde geçen yer adlarından önemli bir bölümünün Orta Asya’da değil Doğu Anadolu, Kafkasya, Batı İran ve Kuzey Irak’ta olduğunu biliyoruz. Bu destanın Bamsı Beyrek boyunda, bütün hikâyelerdeki en önemli kişilerden biri olan Salur Kazan, hem de Beyrek tarafından şöyle övülür:
Bayındır Hanın güyegüsi [güveyisi, HE]
Tülü [tüylü, HE] kuşun yavrusu
Türkistanın direği
Amıt suyunun aslanı
Karaçuğun kaplanı
Amıt (Amid) Suyu dediği Dicle nehriyse, Karacuk Dağı da bugün Kuzey Irak’ta hâlâ o adla bilinen dağ ise, buradaki Türkistan nerede olur acaba?
Amıt Suyu ile beraber anılmasından dolayı ben buradaki Karacuk Dağı’nın Orta Doğu’da olduğunu ve bu isimlerden yola çıkarak da bahsi geçen Türkistan’ın buralarda olduğunu düşünüyorum ama ta 11. Yüzyılda, Kaşgarlı Mahmud’un kendi dünya haritasına koyduğu bir “Karaçuk Dağı” daha var. Oğuz beldeleri ile Kıpçakların yeri arasında… E, işte o Orta Asya’da. Dolayısıyla bu sunduğum kanıt sizi pek ikna etmemiş olabilir.
O zaman aynı grup destanlardan gelen ve buralarda olma ihtimali çok daha yüksek olan başka bir Türkistan referansım daha var, onu paylaşayım. Topkapı Sarayı Oğuz-nâmesi olarak bilinen ve Dede Korkut’un Vatikan ve Dresden olmak üzere bilinen her iki nüshasından daha önce yazıya geçirildiği anlaşılan bu eksik Oğuz-nâme’de Dede Korkut hikâyelerinden bilinen pek çok kahramanın adı geçmektedir. Merhum Muharrem Ergin, Yazıcıoğlu Selçuk-nâme’sinin Topkapı nüshasına sonradan eklenen bu eksik Oğuz-nâme’nin, içinde geçen Emir Süleyman adından dolayı, onun saltanatı (1402- 1410) sırasında yazıya aktarıldığı kanaatindedir. Nitekim metinde övülen Osmanoğlu’nun “Gazi Han’ın torunu” olduğu bildirildiğine göre bu kişinin, ifadedeki tuhaflığa rağmen, gerçekten de Emir Süleyman olması büyük ihtimaldir çünkü Gazi Han/Gazi Hünkâr olarak bilinen Osmanlı padişahı I.Murad idi ki Emir Süleyman’ın dedesi olur.
Bu çetrefilli bahsin bizi burada daha fazla alıkoymasına gerek yok, önemli olan eski ve eksik bir Oğuz-nâme’de bir Osmanoğlu’nun övülmesi… İşte Türkistan kelimesi o kısımda şöyle geçiyor:
Dede Korkud biligli! Salur Kazan saadetli!
Emir Süleyman uğurlu! Bayındır Han devletli!
Yağı görse yardımlı! Düşman görse durumlu!
Türkistan’ın direği! Tülü kuşun yavrusu
Ankara Savaşı (1402) sonrasında yazıya aktarılan bu metinde herhangi bir Osmanlı padişahına, aynen Salur Kazan için olduğu gibi “Türkistan’ın direği” unvanı verilmesinin nasıl bir anlamı olabilir ve bu Türkistan nerededir acaba? Bu dönemdeki Osmanoğullarının Orta Asya’da gerçek bir prestijleri olması ihtimali sıfıra yakın olduğu için ben burada geçen Türkistan’ın Orta Asya ile ilintisi olmaması gerektiği kanısındayım. Öte yandan, Ankara Savaşı sonrası dünyada, Timurîler ile girişilen ideolojik karşıtlık ortamında, Orta Asya göçebe dünyasının eski bir destanından uyarlamalar yapılarak Osmanoğullarına o dünyanın paradigmaları içinde bir meşruiyet kazandırma girişiminde bulunulmuş da olabilir.
“Türkistan” denince Orta Asya’nın kastedilmediği çok kesin olan bir örnekle bitireyim. Ünlü Osmanlı nasihat-nâme yazarı dolayısıyla politikacısı Koçi Bey de IV. Murad için yazdığı lâyihada “Türkistan” kelimesini kullanmaktadır:
“Devşirmeden iptida kızıl aba ile gelen acemiyanı âyin-i İslâmî ve Türkî lisân öğrenmek için ağaları olan kimesneler ikişer filoriye Türkistan’a fürûht ederlerdi ve Âsitâne’de bunlar için inşa edilen saraylara korlardı.”
Koçi Bey, “Türk üzerindeki oğlanlar” adıyla gayet iyi bilinen ve 17.Yüzyıl ortalarına kadar devam eden Osmanlı uygulamasını anlatıyor. Evet, o, “satarlardı” diyor ama söz konusu işlemin gerçek anlamıyla bir satış olmadığını söyleyelim. Devşirme çocukların İslâmî bilgiler edinmeleri ve Türkçe öğrenmeleri için köylülere 7- 8 yıllığına kiralandıkları bir uygulama demek daha doğru olur. Yalnız şu var ki, devşirmeler “Biz han kuluyuz” diye geçici köylü efendilerine diklenmesinler diye kendilerine “Siz parayla satıldınız!” denirmiş. Kaynaklar öyle diyor.
Peki, burada geçen Türkistan hiç Orta Asya’daki devasa coğrafya olabilir mi? Osmanlı’nın derdi devşirmelerini biraz kendine benzetmekse, değil yönetmek, 15. Yüzyılda uzağından yakınından geçmediği Orta Asya’ya göndermeye kalkar mıydı onları? Üstelik kaynaklarımız, bu uygulamanın payitahta yakın yörelerde yapıldığını da söylüyor ki mantıklı olan da oydu. Kısaca, Koçi Bey (ve başkaları) “Türkistan” dediklerinde kesinlikle imparatorluğun sınırları içinde bir yerleri kastediyordu. Tabii ki neyi kastettikleri, belli bir yöreye mi Türkistan dedikleri uzun uzun tartışılabir. Ama demek ki neymiş? A- En azından bazı Osmanlılar erken dönemlerde bile Orta Asya’dan ayrı bir Türkistan’dan söz edebiliyormuş. B- Tanzimat dönemi Osmanlılarının da ülkelerine Türkistan dediklerinde yaslandıkları bir gelenek varmış. Buradan devam edelim.