Son bir haftayı güncel olandan biraz kopuk yaşadım, iyi de oldu doğrusu. Geçen Salı bir ameliyat geçirdim; hazırlık, ameliyat, istirahat falan derken bugüne vardım. Ağrılarım azalmış değil, ama buna sığınıp yazmamayı yeğlemek de içime sinmedi. Bir süre önce Yeni Şafak’taki eski yazılarımdan bir derleme yapmıştım, onlara göz attım. Kendimce önemli bulduğum birkaç paragrafı paylaşmak istiyorum bugün sizinle.
20 Ocak 1998’de şöyle yazmışım: “Türkiye’de bugüne kadar her kesim, her tüzel kişilik, her aktör küçük ya da büyük, ama önemli hatalar yaptı. Milletçe sorumlu olduğumuz ve hepimizi sorumlu kılan bir süreç yaşadık, daha yaşayacağız da! Bunun doğuracağı en hayırlı sonuç toptan bir yenilenme ve bütünleşme dönemi olacaktır. Türkiye, seçmeninin yüzde yetmişi muhafazakar nitelikte olan bir ülke. Yani ülkenin geleceği üzerinde bu geniş muhafazakar kitlenin kararı belirleyici rol oynayacak.”
İyimserliğimin pek de boşa çıkmadığı kanısındayım. Yukarıdaki saptamanın üzerinden 1,5 yıl geçmiş, bu kez de 2 Ağustos 2000’de Türkiye’ye beslediğim güveni yansıtan şu satırları kaleme almışım: “Fırsat buldukça vurgulamayı sevdiğim savlardan biri de şu: Türkiye hem idari hem toplumsal açıdan artık olağandışı koşullara yazgılı olmaya hayır diyen bir ülkedir. Türkiye artık olağandışı koşullar ile dengesi bozulan, hedefleri belirsizleşen, istikrarı ortadan kalkan bir ülke değil.”
***
Ardından da pek iddialı bir çıkış yapmışım: “Türkiye’nin siyaset sahnesi, çok geçmeden, yeni ve bir o kadar da ‘yenilikçi’ bir kuşakla tanışacak. Türkiye, günün koşullarına uygun bir yapılanmaya bu yeni siyasetçi kuşağı sayesinde kavuşacak. Türkiye hedefleri olan bir ülkedir. Hem çoğu zaman iktidarıyla, muhalefetiyle genel siyasal yapısı, hem toplumun kimi kesimleri buna ayak uyduramasa da hedeflerini kolay kolay yitirmeyecek olan bir ülkedir.”
Aynı güven duygusu eşliğinde yazıyı şöyle bağlamışım: “Son yirmi yıldır siyasetin ‘koruma duvarları’nda önemli gedikler açıldı. Bu yeni deneyim, tam da sahip olduğu yeni sıfatı nedeniyle, pek çok olumsuzluğu yanında taşıdı. Artık öğrenme ve ders alma sürecini geride bırakıyoruz: Çok geçmeden siyaset sahnesinde boy gösterecek olan ‘yenilikçi ve kavrayışlı kuşak’ Türkiye’de siyaset yapmanın ‘klasik yordamları’nı yerle bir edecek, bu ülkenin hedeflerine yakışır bir anlayışın öncüsü ve modeli olacak. İşte Büyük Türkiye’ye kılavuzluk edecek olmazsa olmaz koşul bu!”
***
Bir ay sonra, 6 Eylül 2000’deki yazımda “Türkiye’de geçiş süreçlerine ivme katan, tıkanıklıkların aşılmasını olanaklı kılan tek bir panzehir var: Erken Seçim!” diye belirtmişim. “Ciddi, kararlı, net siyasi-ekonomik hedeflere sahip, Türkiye’nin gereksinim duyduğu atılımı sağlayacak iradede bir merkez hareketin eksikliğine” dikkat çekmiş ve o yazıyı da şöyle bağlamışım: “Sanılmasın ki erken seçim kendi başına bir çözüm üretecek. Erken seçim, milli iradeyi yansıtma gücüne, daha da önemlisi çağdaş, yenilikçi ve atılımcı bir Türkiye’yi sırtlayacak siyasi iradeye sahip yeni siyasi aktörler için, nicedir gereksinim duydukları manevra alanını açma ödevini yerine getirecek.”
1997’deki ilk yazımda ise gönlümdeki Türkiye’yi tek cümleyle tanımlamışım: “Hedefleri ve stratejisiyle kendi temel değerlerine, kainatın kuşatıcı ilkelerine ihanet etmeyen bir ülke.” Aradan onca yıl geçmiş, gün gelmiş, bu kulaklar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Eylül 2014’te BM Genel Kurulu’nda “Dünya beşten büyüktür” dediğini duymuş. Bugün de hem yıllar önce tanımlamaya çalıştığım siyasi aktörlere, hem Türkiye’nin dünya üzerinde belirleyici bir rol oynayacağına güvenim tam. On dokuz yıl önce ne kadar iyimser idiysem, bugün de o kadar iyimserim.