Karar’daki ilk yazım 8 Mart 2016 günü yayımlandı. Başlığı da şöyle: “Özal’dan Erdoğan’a ne değişti?” O ilk yazıda Özal ve Erdoğan dönemlerinin benzerliklerine, Özal döneminde başlayan başkanlık sistemi tartışmasına değinmiş, başkanlık sisteminin önemi ve gereğine dikkat çekmiştim. Önünde sonunda başkanlık sistemine geçeceğimizden emin olarak da yazıyı şöyle bitirmişim:
“25 yıldır başkanlık sistemini
savunan biri olarak adayım da favorim de bellidir. Tıpkı yıllar önce olduğu gibi. Özal’la yarım kalan iş Erdoğan’la tamama erecek inşallah.”
***
Bu satırları yazmamın üzerinden 20 ay geçmiş. Karar’daki yazma serüvenim çok zorlu bir döneme denk geldi ne yazık ki. Ne çok şey sığdı o 20 aya... Yönetim sistemimizi milletin iradesiyle yeniledik, ama öncesinde ülke olarak çok ağır bir bedel ödedik. O bedeli öderken milletçe büyük bir demokrasi zaferi kazandık, FETÖ’nün hain darbe girişimini püskürttük.
2016 yılı kişisel olarak da zor geçti benim için. 17 Mayıs’ta hayatım boyunca dostum olan, bana hep destek çıkan babam Nazmi Arslan’ı hakikat alemine uğurladım. 15 Temmuz’da can dostum, yakın çalışma arkadaşım Erol Olçok’la yiğit oğlu Abdullah Tayyip Olçok şehit düştüler. Babama, Erol’a, Abdullah’a bu köşeden veda etmek zorunda kaldım. Üçünün acısı da ilk günkü gibi taze yüreğimde. Aklıma düşmedikleri gün yok. Üçünü de rahmetle anıyor, Erol ve Abdullah’ın şehadetiyle kıvanıyor, teselli buluyorum.
Zorlu vedalar kadar zorlu mücadeleler de yer tuttu bu köşede. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin halk oylamasına gitmesi kesinleştikten itibaren, köşemi sadece yeni sistemi anlatmaya ayırdım. Halk oylaması dönemindeki onca yanıltmacaya, kasıtlı biçimde üretilen onca yalana karşı, yeni sistemin neler getirdiğini, kendi yorum ve öngörülerimi katarak, ayrıntısıyla anlatmaya çalıştım.
O öngörülerin de yazının başındaki temennim gibi hayata geçeceğini umuyorum. Yeni sistem 2019’da bütün unsurlarıyla işlemeye başladıktan sonra siyasi aktörler de toplum da getirdiği avantajları, sağladığı fırsatları görecek. Başkanlık süresinin iki dönemle kısıtlanması başta olmak üzere, sistemin devrim niteliğindeki yenilikleri siyaseti de toplumun siyaseti okuma biçimini de dönüştürecek.
Yeri düştükçe dış politika analizlerine de yer verdim bu köşede. Gün geldi, düşünsel olan ağır bastı, Adorno’dan ya da Wallerstein’den söz açtım. Gün geldi, şiir düştü gönlüme, Gary Snyder, Han-shan, Lawrence Ferlinghetti’den çevirdiğim şiirleri koydum bu köşeye. Sebep olanların da kulağını çınlatarak elbet: Nabi Avcı ve Cahit Koytak ağabeylerimle sohbetimizi buraya taşıdım. Bakıyorum da gönlüm nereye çekerse atımı oraya sürmüşüm. İyi de etmişim hani.
Tabii bir de futbol kısmı var işin. 2010’dan bu yana aralıksız Beşiktaş yazıyorum. Aynı işi burada da sürdürdüm. Amansız bir hücum futbolu yandaşı olarak hep “Hücum Beşiktaş, Hücum!” dedim, son Beşiktaş yazımın başlığına da bunu koydum özellikle. Şenol Güneş geldiğinden beri beklentim gerçeğe dönüştü. Şenol Hoca’ya da teşekkürü ihmal etmeyeyim. Futbolculara, yönetime, büyük Beşiktaş taraftarına da elbet. Not tutmadan, gol girişimlerini kendime özgü maç çizelgeme kaydetmeden, şöyle rahat rahat maç izlemeye alışabilecek miyim, bilmiyorum. Deneyeceğim.
***
20 ayda 240’ıncı yazı bu okuduğunuz. Köşe yazarlığının yıpratıcı, yorucu bir yanı var. Düzenli yazı üretme zorunluğu bazen köreltici de olabiliyor. Asıl işimin yoğunluğu da eklenince buna, bir süre mola verme kararına vardım. Rahat rahat maç izlemenin yanı sıra, sürekli yazı yetiştirme telaşından kurtulmaya da alışırım umarım. Bitirirken, başta Mustafa Karaalioğlu ve İbrahim Kiras olmak üzere Karar’daki tüm eski ve yeni dostlara teşekkürlerimi, bu köşeyi severek ya da kızarak, övgüye ya da yergiye değer bularak okuyan tüm okurlara saygılarımı sunuyorum. Hoşça kalın...