Son günlerde ısrarla vurgulamaya özen gösteriyorum: Siyaset zamanıdır. Türkiye’nin önünde büyük bir fırsat alanı, hakiki bir siyaset alanı açılmış durumdadır. Bu fırsat alanını açan da aziz milletimizin ta kendisidir. Bunu çok iyi değerlendirmeliyiz. İktidarıyla, muhalefetiyle. Kendi pozisyonunu koruyan ama yapıcı eleştiriye yaslanan, iktidar partisini hep daha ileriye gitmeye zorlayan bir muhalefet anlayışının en gerekli olduğu günlerdeyiz.
Gündem maddelerimiz kabarık olacak. Yönetim sistemimizi, devlet yapılanmamızı baştan aşağı gözden geçirmek, mutlaka yeni, iyi işleyen ve sonuç alıcı bir sistem kurmak zorundayız. Yeni anayasa elzemdir. Yönetim sistemimizin nasıl biçimleneceğini, işi inada bindirmeden, katı sloganlara kurban etmeden, ayrıntısıyla ve derinlemesine tartışmak zorundayız.
Erdoğan ve Ak Parti karşıtlığına dayanan akıldışı muhalefet yöntemlerinin işlemezliği 15 Temmuz sayesinde anlaşılmıştır diye umuyorum. Muhalif olmayı “Seni başkan yaptırmayacağız” pespayeliğinden (çünkü hiçbir şey önermeyen bir siyasetsizlik biçimidir aslında bu), kaba esprileri siyaset sanma yanılgısından kurtarmak durumundayız. 15 Temmuz’dan önce de pek çok kişi bunu söyleyip duruyorduk ama sözümüz yankı bulmuyordu. Bu durum değişir inşaallah. Sistem tartışması ve arayışı artık hayati önemdedir.
FETÖ’den bu devletin kılcal damarlarına varasıya kurtulmak zorundayız. Kararlı ve etkili bir mücadele şart. 17-25 Aralık sonrası gevşeme döneminin nelere yol açtığı ortada. FETÖ militanlarının yanlış yönlendirme, hedef saptırma, üzerini örtme yöntemlerine karşı uyanık ve hazırlıklı olmalıyız. Onların hinliğini tespit edip teşhis koyabilecek kadrolara ihtiyacımız var. Bu mücadele uzun yıllara yayılacaktır. Buna ehil yargı ve istihbarat kadrolarını şimdiden yetiştirmek, yeni bir mücadele dinamiği oluşturmak zorundayız.
Dış politikada hem kendi tanımlarımızı hem muhataplarımızın konumlarını netleştirmek, bu yolla kendi anlayışımızı pekiştirmek ve daha iyi okunur kılmak gibi bir ödevimiz var. Siyasi ve tarihi misyonumuzu, imkan ve kısıtlarımızı iyi analiz etmeliyiz. Sözgelimi, Rusya ile dostuz, her türlü işbirliğine açığız. Hatta bu işbirliğini stratejik düzeye çıkarabiliriz. Dahası bunu bir stratejik ortaklığa bile çevirebiliriz. Ama müttefik olamayız. Bu, başka bazı ülkeler için de geçerlidir. Ak Parti iktidarının da bu siyasi ve tarihi gerçekler ışığında adımlar attığına eminim.
Gelelim Batı’yla ittifak ilişkilerimize. 15 Temmuz’dan beri söylüyorum: Artık bu ittifak kurma biçimi üzerine uzun uzadıya düşünmesi gereken ABD ve AB’dir. Burada başka bir tarife, göz alıcı savlara falan ihtiyaç yok. Batı medyasının tutumu ne olursa olsun, Batı başkentleri 7 Ağustos’ta Yenikapı’da ortaya çıkan tabloyu, verilen mesajı çok iyi okumak durumundadır. Batı ülkelerinin yönetimleri ittifak tanımının içeriğini doğru biçimde doldurmak zorundalar.
Bu toplumun verdiği mesajı, siyasi ve tarihi gerçeklerimizi, bölgemizde oynadığımız rolü akılcı bir gözle değerlendirmeyi başarırlarsa aramızdaki sorunların büyük kısmı çözülür. Bunun için de Türkiye’nin demokrasi birikimine ve bu toplumun demokratik reflekslerine taze bir gözle bakmaları gerekiyor. Batı medyasına şirin görünen, orada alıcısı bulunan kimi aydınlarımızın ütopist, günün gerçeklerinden kopuk ve esasen dayatmacı olan özlemlerine değil.
O bakış açısı, kendi dışındaki her tür tepkiyi antidemokratik sayma hastalığından mustarip. 15 Temmuz gecesi bu milletin sergilediği demokratik tepkiyi bugün bile kendince aşağılayıp duruyor. Oysa bu toplum, onların yabancı bakışları altında, 1946’dan beri müthiş bir demokrasi mücadelesi sürdürüyor bu topraklarda. Vatanımızın gerçeklerine uyanmayı ve belli ölçüde ayak uydurmayı başaranlar için de Türkiye’nin yeni yolunda bu topluma eşlik etme fırsatı doğmuş bulunuyor. İnşaallah bunu görürler.