Türkiye yüzünü nereye dönsün?

Hakan Arslan

Türkiye yüzünü sadece Ortadoğu’ya dönecek bir ülke değildir. Bunu uzun yıllardır ben de söylerim. Gelgelelim, buna eklenecek başka cümlelerde de var. Örnekse, Türkiye yüzünü sadece Batı’ya dönecek bir ülke değildir. Ya da Türkiye yüzünü sadece Asya’ya dönecek bir ülke değildir. Türkiye’nin yüzü aynı anda bütün bu coğrafyalara dönüktür. Öyle olmalıdır.

Kaldı ki bir de yakın çevremiz var. Sadece Ortadoğu mu? Hayır. Balkanlar, Kafkasya ve Karadeniz, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, bütün bunlar doğal ve kaçınılmaz ilgi alanlarımızdır. Uzaklar da değerlidir. Endonezya’ya varıncaya kadar tüm bir İslam coğrafyası. Afrika, Latin Amerika, Uzak Doğu... Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Ak Parti hükümetlerinin Afrika’ya gösterdiği yoğun ilgiyi çok değerli bulurum. Afrika, Türkiye’nin gözünde, sadece atlastan baktığımız yitik kıta olmaktan çıkmışsa, bu son 14 yılın eseridir.

Son 14 yıl dış politikadaki katı ve kötü alışkanlıkların, açık ya da gizli içe dönmeciliğin, kasıtlı ve kararlı teslimiyet politikalarının yerle bir olduğu dönemdir. Geçmişte de buna yürek yetirenler olmamış mıdır? Elbette olmuştur. Ama o arayışlar yerleşik düzenin korku ve kaygılarıyla en kısa sürede sönümlenmiştir. Bugün dış politikayı bu kadar tartışıyorsak, bunun nedeni yeni anlayışın son 14 yılda kazandığı sürekliliktir. Yerleşik düzenin bu alandaki yenilgisidir. Türkiye’nin yeniden büyük ülke olma iradesidir.

O yüzden “Türkiye yüzünü sadece Ortadoğu’ya dönecek bir ülke değildir” dememiz bile, Batı dünyasıyla tam uyumu ve bütün diğer coğrafyalara bu uyum üzerinden bakmayı içselleştirenlerle büyük fark taşır. Ortadoğu’yu unuttuğumuz, yok saydığımız, sadece mevcut ittifak ilişkilerimiz üzerinden okuduğumuz zamanlar geride kaldı. Etliye sütlüye karışmama zayıflığını bırakıp güçlü ve etkin bir dış politika anlayışı benimsediğinizde, sıcak alanlara temas etmeniz de kaçınılmazdır.

Dış politikada güçlü milli hedefler taşıyorsanız, sıcak alanlarda sizi yolunuzdan alıkoymaya çalışanların sayısı da artar. Mücadele sadece ilkeler ve değerler üzerinden yürümez. Bugün Suriye ve Irak’ta sayısız istihbarat örgütü ve sicili şüpheli STK cirit atmıyor mu? Terör DAEŞ gibi örgütler üzerinden araçsallaştırılıp kimi ülkelere hiza ve mesaj vermek için kullanılmıyor mu? Komplo teorilerine itibar etmem, ama ülkelerin istihbarat ve operasyon kapasitelerine dikkat ederim. Böyle anlarda fena halde bir “üst akıl” ararım ve bulurum da.

“Üst akıl” güçlü bir siyasi tanımdır. Toplumunuza, gereken mesajı iletmenin en dolaysız yoludur. “Üst akıl” tanımının hangi tehlikelere ve tehditlere işaret ettiğini göremeyenler, Erdoğan’ın toplumla nasıl etkili bir iletişim kurduğunu da anlayamayanlar büyük ihtimalle. Hep söylüyorum, siyaset başka şey, siyaset yorumculuğu başka şey. Siyaset üretmenin kendine özgü şartları vardır ve bu şartları yerine getiren lider ve partiler başarılı olur, ülkelerini hedeflerine taşırlar.

Önümüzdeki birkaç yıllık dönemde Suriye’nin konumu netleşecek. Bölgedeki aktörler mevcut konumlarının imkan ve sınırlarını gördüler. Yarın daha fazla ortaklaşa nokta barındıran bir çerçeve oluşacak. Türkiye’nin son dış politika hamleleri de buna ilişkin. Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin siyasi birikim ve tecrübesinin hayati önem taşıdığı ve Türkiye’yi hedeflerine götüreceği bir dönemden geçiyoruz.

Dalga geçilen “üst akıl” tanımının işaret ettiği somut tehlikelere, gerçek dışı bilgilerle yurt içi ve dışında yürütülen Erdoğan karşıtı kampanyalara, bölgedeki aktörlerin çapraşık hesaplarına rağmen öyle olacak hem de. O gün Erdoğan’ın topluma verdiği mesajların değeri ve toplumun bunlar üzerinden geliştirdiği refleks ve tutumların anlamı daha iyi anlaşılacak. Son 150 yıldır her kritik anda milli olanın öneminin anlaşıldığı gibi.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.