Türkiye’yi hedef alan sistematik terör kampanyasının üç boyutu var.
İlki uluslararası boyut. Türkiye’nin kökleşmiş ve aşırı durağanlaşmış, neredeyse kaypaklığa varan bir denge anlayışına yaslanmış ve esasen içe kapanmacı dış politika anlayışı Ak Parti döneminde ciddi bir değişim geçirdi. Geçmişte rahmetli Özal’ın da bu yönde bazı hamleleri olmuş, ama bu girişim yerleşik düzenin bütün organlarının elbirliğiyle savuşturulmuştu. Bu kez Erdoğan ve Ak Parti böyle bir şeye izin vermedi. Diplomasinin sarsılmaz sütunları çatırdadı.
Türkiye pek çok alanda etkin ve ön alan bir ülkeye dönüştü. Bunlardan birisi de bölgemize ve genel olarak İslam dünyasına yönelik tutumdu. Türkiye bu devasa coğrafyadaki rejimlerin demokratikleşmesi, toplumların özgürleşmesi, pek çok ülkenin özgür seçimlerle yönetilir hale gelmesi için büyük bir enerji ve irade sergiledi. Uluslararası senaryolara koşulsuz uyum sağlamayı reddetti. Diplomasiye kendi kavramlarını taşımaya uğraştı.
***
Bunları gerçekleştirirken çok sayıda doğruya çok sayıda yanlış da karışmıştır, amenna. Suriye’nin geleceği konusunda tek bir ihtimal senaryosuna gereğinden fazla ağırlık verilmiştir, o da belli. Ama tutum, niyet ve içerik açısından Türkiye’nin konumu hep halis kalmıştır. Bunu çok önemsiyorum.
Türkiye tam da bu yüzden uluslararası destekli bir terör kampanyasına maruz kalıyor. Elbette bazı dengeleri yeniden kurmak, bazı ilişkileri yeniden güçlendirmek, milli çıkarları yeni ihtimal senaryoları ışığında güvence altına almak gereği var. Türkiye tarihsel ve siyasal birikimi sayesinde bunu başaracaktır. Bu yolda daha hızlı ilerleyebilmek için kapsamlı bir toplumsal dayanışma ihtiyacı da açık. Terör örgütü ve uzantılarını, “Erdoğan ve Ak Parti devrilsin” akıldışılığına destek veren marjinal kesimleri bir yana koyuyorum. Geçmişte İspanya’da ya da yakın tarihte Fransa’da sergilenene benzer bir dayanışma ve bütünleşme Türkiye’nin bu beladan sıyrılmasını çabuklaştıracak.
Bu dayanışma terör kampanyasının ulusal boyutta ortaya çıkardığı engelleri aşmamıza da yardımcı olacak. Böylece ikinci boyuta geldik. PKK merkezli terör, uluslararası aktörlerin kendine yüklediği kirli misyondan bağımsız olarak, bugün bile iç dinamiklere müdahil olabileceği yanılsamasını taşıyor. Asıl hesabını da Türkiye’yi tamamen güvenlikçi bir perspektife hapsetmek ve başta terör mağduru Kürt çoğunluğun hakları olmak üzere, Türkiye’nin demokratikleşme ve reform iradesini yavaşlatmak üzerine yapıyor.
***
Boşa çıkarılması gereken bir hesap bu. Sivil ve özgürlükçü bir anayasa yapılmasının, başkanlık sistemi dahil en işlevsel yönetim modelinin tartışılması ve bulunmasının, hukuktan Alevilerin haklarına kadar toplumun ve hayatın her alanına ilişkin reformların kesintisiz gerçekleştirilmesinin, AB’ye tam üyelik hedefinin kararlılık ve inatla sürdürülmesinin elzem olduğu bir dönemdeyiz. Terörün bu hesabını boşa çıkarmak Türkiye’nin boynunun borcudur.
İnsanlık dışı terör kampanyasının üçüncü boyutu ise manevidir. Afganistan’la başlayıp on yıllar içinde Libya ve Suriye’ye uzanan, nice ülkeyi devletsizleştiren terör belası İslam coğrafyasında çürütücü bir etki oluşturuyor. Terörün olağanlaşması ve sıradanlaşması insanoğlunu kör ve amaçsız bir nihilizme sürüklüyor. Gündelik hayat değersizleşiyor. İnsan değersizleşiyor. Bu ahlakdışı savruluşa, maneviyatı parçalayan bu yeryüzü kâbusuna dur denecek yer de Türkiye’dir. İşte Türkiye’nin terörle mücadelesi bu üç boyutta da büyük önem taşıyor. Ve her üçünde de zaferi gerekli kılıyor.