CHP’nin söylemine ilişkin eleştirilerim üzerine, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Bülent Tezcan beni arama inceliğini göstermişti, ben de bir önceki yazımda “yeni sistemin gereklerini yerine getirmek” konusundaki fikir alışverişimizi, kendi yorumlarımı da eklediğim bir çerçevede aktarmıştım. Sn. Tezcan’ın bu çerçeveye itirazları olursa, yine bu köşeden görüşlerine yer vereceğimi belirtmiştim. Sn. Tezcan tekrar aradı ve çizdiğim çerçeveye bir itirazı olmadığını söyledi. Kendisine buradan bir kez daha teşekkür ediyorum.
***
Yaptığımız telefon görüşmesinde Bülent Tezcan uyum yasaları konusundaki tutumlarına yönelik eleştirilerime de cevap vermiş, ancak köşemin sınırları yetmediği için bu konudaki görüşlerini bugüne bırakmıştım. Okurlarımızdan ricam, daha bütünlüklü bir çerçeve için, bir önceki yazıma da göz atmaları ve bu iki yazıyı bir arada değerlendirmeleridir.
Gelelim uyum yasaları meselesine. CHP’nin bu sürece katkısını sınırlı tutmasını Sn. Tezcan’ın şu ifadesi üzerinden eleştirmiştim: “Yürürlüğe giren anayasadan kaynaklanan zorunlu uygulamaya dönük teknik değişikliklere uygun zeminlerde düşüncelerimizi bildireceğiz.” Bir önceki yazımda belirttiğim gibi, yeni sistemin işleyişine yönelik tutum konusunda Sn. Tezcan’ın çizdiği çerçeveyi önemsemiş ve tatmin edici bulmuştum.
Bülent Tezcan yeni sistemin gerektirdiği yasa değişikliklerinin kaçınılmaz olduğunu ve buna ilişkin düzenlemelerde parti olarak görüşlerini bildireceklerini bir kez daha vurguladı konuşmamızda. Katkıyı bununla sınırlı tutmalarını da Sn. Cumhurbaşkanımızın TBMM’nin 1 Ekim’deki açılışında yaptığı konuşmada yer alan “yapısal dönüşüm” çağrısına bağladıklarını belirtti.
Mealen şöyle dedi Sn. Tezcan: “Yeni sistemin gereklerine ilişkin değişiklikler kaçınılmaz. Ama biz Cumhurbaşkanının çağrısının bu çerçevenin dışına çıktığını ve kendi tanımımızla ‘tek adam rejimi’ni tahkim etmeye yönelik yeni düzenlemelerin işareti olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden herhangi bir katkıda bulunmamız söz konusu olamaz.”
Konuşmamızda Sn. Tezcan’ın bu yaklaşımına katılmadığımı belirttim. 1991 yılından beri başkanlık sistemini savunan birisi olarak, halk oylaması sürecinde yeni sistemin neler getireceğine dair sayısız yazı kaleme aldım. Sistem değişikliğini de yeni bir reform döneminin ilk adımı olarak gördüğümü, hedefin tümüyle yenilenmiş bir anayasa olması gerektiğini belirttim.
Sn. Cumhurbaşkanımızın açılış konuşmasında uyum yasaları çalışmalarına ilişkin ifadesi şöyle: “Bu çalışmaların sadece anayasa ve yasalardaki ifadelerin ayıklanmasından ibaret kalmamasını ümit ediyorum. Elimizdeki bu imkanı, kapsamlı bir yönetim reformu haline dönüştürme fırsatını çok iyi değerlendirmeliyiz.” Ak Partinin reformcu karakterine ve son olağanüstü kongrede altını çizdiği “Yeni Atılım Dönemi: Demokrasi, Değişim, Reform” şiarına bakarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısının bu yönde olduğu kanısındayım.
***
Parti ayrımı gözetmeden söylüyorum, sorunların ele alınışında çok fazla “önkabul” yüklü bakış açıları hakim oluyor. Partiler önce pozisyon alıyor, sonra buna ilişkin tutum belirliyor. Bu da partiler arasındaki siyasi etkileşimin Türkiye lehine işlemesi imkanını fena halde sınırlıyor. Keskin önkabuller içermeyen, daha esnek yaklaşımların yapıcı siyasete, toplumsal barışa ve siyasi mücadelenin meşruiyetine daha fazla hizmet edeceği kanısındayım.
Konuyu kapatırken, Sn. Tezcan’a bir kere daha teşekkürlerimi ifade edeyim. Konuşmamız esnasında da birden fazla kez “Elbette bu konuda aynı düşünmek zorunda değiliz” ifadelerini karşılıklı tekrarladık. Burada önemli olan karşılıklı birbirini anlama çabasıdır. Her tür siyasi mücadeleyi bu karşılıklı birbirini anlama çabası ve demokratik rekabet üzerinden yürütmeliyiz. Eleştirilerimiz özgür ve sakınımsız olmalı, ama “düşmanlaştırma” tuzağına düşmemeliyiz. Ne kadar ayrışırsak ayrışalım, buluştuğumuz zemin meşru siyaset alanıdır. Siyasi diyaloğun önemi konusunda, Sn. Tezcan’la görüşmemizin içeriğini aktaran şu son iki yazının güzel bir örnek oluşturduğunu düşünüyorum.