Siyaset zamanıdır. Hep öyleydi de fırsat bulamıyorduk. 17-25 Aralık’ın ağır yükü altında derdimizi bir türlü anlatamıyorduk. Oraya varasıya ince işçilik yapılmıştı, Erdoğan ve Ak Parti karşıtlığı siyaseti imkansız kılacak bir kulvara indirgenmiş, “Erdoğan şöyle değişti, böyle başkalaştı” teranesiyle dolaşıma sokulmuştu. İnceden inceye. “Bu kurduğunuz imge yanıltıcıdır, tuhaftır, kötü hallere vasıtadır” dendi, kulak asan çıkmadı.
Ne zaman ki birileri ince işçiliğin tamam olduğuna inandı, kaba inşaat başladı. Benzetme tuhaf gelmesin, özellikle kullanıyorum. Bir şeyi yaparken önce kaba inşaat gelir, sonra ince işçilik. “Burada ise yıkıma giden yolda önce ince işçilik yapılmış, sonra kaba yönteme geçilmiştir” diyorum. 17-25 Aralık kaba bir girişimdi. Ama alıcısı az değildi. “Yel nereden eserse, oraya yatan çok olur” diye düşünmüştü besbelli birileri.
Öyle düşünenler bu toprağın çocukları değildir. Ya bizimle yıldızı bir türlü barışmayan, bu coğrafyada hep kendi gündemini inşa etmeye yeltenenlerdir, ya da onların bu coğrafyayı, Cemil Meriç’in deyişiyle, “etnik bir toz yığını”na -bilerek ya da bilmeyerek- dönüştürmeye hevesli devşirmeleridir. Tanım ağır gelebilir, ama bu kaba tahayyüle yakışır niteliktedir. Alınan alınsın, alınsınlar diyedir.
17-25 Aralık darbe girişimi olunca, başta rahmetli şehidimiz Erol Olçok olmak üzere bir avuç insan mücadeleye girişti. Bir avuç diyorum, çünkü 17 Aralık günü mesafe hesabı yapan çok olmuştur. 15 Temmuz gecesi sokağı dolduranlar müstesna. Allah onlardan razı olsun. Hep söylüyorum, onlar Erdoğan’da kendini bulan, kendini koruyan, kendini savunanlardır. Demokrasi nöbetine sadece bir virgül koyan Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunun farkındadır.
Bu mücadelede işitilmedik laf kalmadı. Benim gibi her meşrepten dostu olan, her mahalleye selam edenler hep savunmak zorunda kaldı kendini. Acı haldir. “Bu iş sandığınız gibi değildir, işin ucunda vatan vardır, kıymet biçilmez nesnedir, sonra çok ararsınız” dendi, karşılığı ağır oldu. Nice kesimden nice insan yüz çevirdi buna. İnce işçiliğe gönül yatıranlar kaba yıkımın bayağılığını görmedi bile.
“Kurtulmak, ah şu adamdan, şu partiden kurtulmak” akıldışı bir öyküye dönüştü. Bildik öyküydü aslında. 150 yıllık öykü yenilendi, yinelendi. Erdoğan’a yeterli destek gelmedi mücadelesinde. Az evvel söyledim, rahmetli Erol Olçok dahil bir dizi dava arkadaşı müstesna. Ve dahi -o güne kadarki medyayı, siyaseti, bürokrasiyi bir yana koyalım- 15 Temmuz gecesi ayağa kalkan, çıkar nedir bilmez millet müstesna. O millet ki Erol’la can oğlu Abdullah’ı önüne katıp “Yeter, söz de karar da milletindir” dedi.
Şimdi söz de karar da milletindir. Siyasetindir. Ciddi laf bu, ciddiye alına. İktidarı muhalefetiyle bu ülkenin önünde hakiki bir siyaset alanı açılmıştır. Ak Parti bu alana giresidir, çünkü değişim iradesinin öncüsüdür. MHP giresidir, çünkü milli olan söz konusu olunca Bahçeli bir an duraklamayasıdır. CHP giresidir, çünkü Birinci Meclis dahil, bu Cumhuriyet’in mayasını çalasıdır. Ve hatta irade gösterebilirse, HDP giresidir, çünkü onca Kürdün vatan coğrafyasını okuyasıdır. Yok değilse, bu toprakla ilişkisi eğretiyse, ortadan çatlayasıdır.
Dedim ya, siyaset zamanıdır. Tam zamanıdır. Siyaset olmaz ise, demokrasi ve sandık işlemez ise, biz yoğuz. Bakmayın temenni üzre senaryo döktürenlere. Bakmayın bizi bir etnik toz yığını kılmak isteyenlere. Bakmayın bölük bölük bölünmeyi erdem edinenlere. Biz birlikte Türkiye’yiz. Türkiye denince de öyle kolay ufalanır nesne değiliz.
FETÖ’ye, PKK’ya, DAEŞ’e karşı, biz birlikteyiz. Biz 15 Temmuz gecesi her meşrepten insan sokağa dökülen, şehitler veren ülkeyiz. Biz şiddete başvurmadan göğsünü kurşunlara siper edenlerin ülkesiyiz. Başta Erol Olçok ve can oğlu Abdullah olmak üzere, nasıl bir adanmışlıktır bu. Kıymetini bilelim. İktidar ve muhalefet olarak. Siyaset zamanıdır, gereğini yapalım vesselam.