Mağduriyet meselesi önemlidir ve titizlikle ele alınmalıdır. Gerekli titizliğin gösterilmesi için yeni itiraz mekanizmaları da kuruldu. Her türden soruşturma daha iyi ve daha ciddi yapılmalı, her türden itiraz yine aynı şekilde değerlendirilmeli. Bugüne kadar yapılanlar iyi ve ciddi değildir demiyorum. Bugüne kadar her ne yapıldıysa, daha iyi ve daha ciddi yapılmalıdır, hukuk devletinin gerekleri kafalarda soru işareti kalmayacak şekilde yerine getirilmelidir diyorum.
Gelgelelim, mağduriyet iddiaları üzerinden oluşturulan tartışmayı FETÖ’yle mücadele başlığından ayrıştırmamaya da özen göstermeliyiz. 15 Temmuz sanki o kadar sıradışı bir olay değildi ve darbecilerin tamamı zaten yakalandı da hükümet bundan yararlanıp akıldışı uygulamalara yöneldi gibi bir dil kullanmaya çalışanlar var. Bu dili kullananlar 15 Temmuz’un ne anlama geldiğini hiç mi hiç anlamamış demektir. Yok, bu dil kullanımı kasıtlı ise, durum daha da vahim.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve hükümet sözcüleri mağduriyetler konusundaki hassasiyetlerinin altını defalarca çizdiler. Elbette ki mağduriyetler en aza indirilmeli, masum insanların bu işten zarar görmemesi sağlanmalı. Bu konudaki iletişim ne kadar hızlı kurulur, ayrıntılandırılır, ilgili aktörler ve kamuoyu tatmin edici biçimde bilgilendirilirse, o kadar iyi olur elbette. FETÖ’yle mücadelenin bu konu üzerinden sulandırılmasına izin verilmemeli.
15 Temmuz’un ciddiyeti, FETÖ’nün nasıl bir örgüt olduğu, nasıl bir yapı taşıdığı ve bu yapının tümden üstesinde gelinmesi için nasıl kararlı bir mücadele gerektiği toplumun büyük bölümü tarafından gayet iyi anlaşıldı. 15 Temmuz’un bir demokrasi zaferiyle sonuçlanmasının sebebi de budur zaten. Kimi siyasi aktörlerin, siyaset yorumcularının, kanaat önderlerinin, STK’ların da topluma ayak uydurması doğru olacak.
Ortak geleceğimizi korumaya ve yeniden şekillendirmeye mecbur olduğumuz çok zorlu bir dönemden geçiyoruz. Siyaseti 15 Temmuz öncesinin koşullarına taşımaya, toplumsal fay hatlarını gelişigüzel kurcalamaya kimsenin hakkı yok. 15 Temmuz’dan beri hep aynı şeyi yazıp duruyorum aslında: Siyasetin önünde yeni bir fırsat alanı açıldı.
Daha demokratik, daha özgürlükçü, daha özgüvenli, daha ileri ve gelişkin bir Türkiye hepimizin ortak geleceğidir. Bu ortak gelecek mücadelesini hep beraber vermeliyiz. Yapıcı ve kuşatıcı bir tutum takınarak. Toplumun hassasiyetlerine özen göstererek. Mücadelenin ciddiyetini bir an olsun unutmayıp bulunduğumuz konumlarda aynı ciddiyeti sergileyerek. Karşıtlık ve düşmanlık üzerinden konum almanın hem siyaseti tükettiğini, hem de yeni siyaset üretmeyi imkansız kıldığını nihayet anlamış olarak.
Bu söylediklerim bazılarının kulağına masal gibi gelebilir. Oysa ortak geleceğimizin bugün de tehdit altında olduğunu görerek omuzlarımızdaki sorumluluğu artırmalıyız. Türkiye’nin normalleşmesi 15 Temmuz öncesinin siyaset etme biçimlerine dönerek başarılamaz. Daha önce FETÖ’yle mücadelenin alt başlıklarından biri olarak yeniden yapılanma mücadelesini dile getirmiştim. Bu önemlidir ve mücadelenin en belirleyici başlıklarından biridir.
Türkiye’nin tüm kurumlarıyla yeniden yapılanacağı, iyi işleyen ve etkin bir yönetim modeline kavuşacağı, 15 Temmuz’da milletin sahip çıktığı demokrasinin hepimiz için yıkılmaz bir güvence alanına dönüştürülebileceği bir fırsat var önümüzde. Siyaset kurumu bu fırsatı çok iyi okumak, gereken sorumluluğu sergilemek durumunda. Bu milletin köklü bir demokrasi geleneği ve olup biteni çok iyi kaydeden, karşılığını da sandıkta veren bir toplumsal hafızası var. Mesele bu hafızada yapıcı, kuşatıcı, onarıcı ve kalıcı izler bırakmakta. Mevcut mücadeleye ciddi bir katkıda bulunmakta. Bugün tam o gün.