Yeni sistemin iyi işlemesini sağlayacak bir seçim kanununa ihtiyacımız var. Cumhurbaşkanı Erdoğan da geçen hafta aynen şunu söyledi: “Önümüzdeki süreçte hem yeni sisteme hazırlık mahiyetindeki uyum yasalarının çıkartılması, hem de seçim kanununda köklü değişiklikler yapılması gerekiyor. Milletvekilleriyle seçmenleri arasındaki ilişkiyi güçlendirmek için, dar veya daraltılmış seçim bölgesi alternatifleri başta olmak üzere, demokrasimizi güçlendirecek tüm teklifleri tartışmalıyız.”
Demokrasilerde istikrar ve temsilde adalet iki önemli ölçüt. Sisteminizin bir yandan istikrar üretmesi, bir yandan da temsiliyeti olabildiğince üst seviyeye taşıması gerekiyor. Her ülke bu konuda farklı çözümler üretiyor. Kimilerinde tek partinin çoğunluğu sağlamasını gözeten bir sistem hakim. Kimilerinde köklü bir koalisyon geleneği var. Kimi ülkeler, Almanya gibi, daha sandıkta ittifak imkanı sunuyor.
***
Yeni seçim kanunumuzda hem istikrarı gözetecek, hem de temsiliyeti en geniş şekilde sağlayacak bir düzenleme yapmalıyız. Halkoylaması sürecinde sıkça belirtmiştim: 1991’den beri başkanlık sistemini savunan birisiyim. Çeyrek yüzyılı aşkın bu süreçte yeni bir seçim sistemi ihtiyacını da fırsat düştükçe vurgulamışımdır. Seçim kanunu yeni bir tartışma konusu değil. Geçtiğimiz dönemde bu konuda pek çok öneri dile getirildi.
Zaman zaman dar ya da daraltılmış bölge önerilerini de desteklemekle birlikte, her zaman ülkemiz için en iyi modelin Türkiye milletvekilliği uygulaması olduğunu düşündüm. Milletvekili sayısının 600’e çıkmış olmasının da bu konuda bir fırsat sunduğu kanısındayım. Nedir bu model, çok kabataslak özetleyeyim: Her parti 100 kişilik bir Türkiye milletvekilliği listesi oluşturur. Genel seçimde aldığı oy oranına göre de bu listeden milletvekili çıkarır. Örnekse, yüzde 49 oy almış parti 49 milletvekilliği, yüzde 1 oy almış parti 1 milletvekilliği.
Kalan 500 milletvekili mevcut sisteme yakın bir uygulamayla seçilir. Büyükşehirlerde bölge sayısı artırılabilir. Bu 500 milletvekilinin seçiminde mevcut yüzde 10 barajı korunur ya da yüzde 7-8 seviyesine indirilebilir. Bu modelde oy potansiyeli yüksek kitle partileri ağırlıklarını korur, parlamentoda daha güçlü temsil edilirler. Oy oranı çok düşük partiler de parlamentoda hiç değilse birkaç milletvekilliğiyle temsil imkanına kavuşur.
***
7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde dört partinin barajı aşmasıyla çok güçlü bir temsiliyet oluştuğunu ve kullanılan oyların neredeyse tamamının parlamentoya yansıdığını unutmayalım. Türkiye milletvekilliği uygulaması buna benzer bir tablonun korunmasını ve oy oranı çok düşük partilere de parlamento kapısının açılmasını sağlar. Bir yandan da kitle partileri sistemdeki ağırlıklarını genel oy dağılımına uygun şekilde korurlar.
Yeni sistemin, parlamentoda tek bir parti çoğunluğu sağlayamazsa, kanun yapımı aşamasında uyum ve uzlaşma arayışını tetikleyeceğini, ittifak arayışlarını artıracağını da gözden uzak tutmamalıyız. Yeni seçim kanununda istikrar ve temsiliyet dengesini marjinal siyasi anlayışların kilit parti haline dönüşmeyeceği şekilde sağlamak önem taşıyor. Dar veya daraltılmış bölge önerilerini bu açıdan da tartışmamız yararlı olur.
Özellikle dar bölge kolay uyum sağlanacak bir sistem değil. İngiltere’de tek parti iktidarı ihtimalini güçlendirmek için uygulanan bu sistem, 2015’de Cameron başkanlığındaki Muhafazakar Parti’yi yüzde 36,9 oyla parlamento çoğunluğuna taşıdı. Gelgelelim, bu ay yapılan seçimlerde May başkanlığındaki Muhafazakar Parti yüzde 42,4 oy almasına rağmen, İşçi Partisi’nin yakaladığı yüzde 10’luk oy artışı sonrasında, parlamentoda çoğunluğu sağlayamadı. K. İrlanda’daki Protestan DUP (Demokratik Birlikçi Parti), parlamentodaki partilerin konumlarını netleştirmesi sonrasında kilit parti haline geldi. 2015’te yüzde 0,6 oy alıp 8 milletvekili, bu ayki seçimlerde ise yüzde 0,9 oy alıp 10 milletvekili çıkaran DUP. Gelecek yazımda dar bölge uygulamasını İngiltere örneği üzerinden incelemeyi sürdüreceğim.