Bir süredir ısrarla üzerinde durduğum bir konu var, burada da tekrar edeceğim: Türkiye-ABD, Türkiye-AB ve Obama yönetiminin giderayak yaptığı hamlelere rağmen ABD-Rusya ilişkilerinin rayından çıkmaması için bütün aktörlere görev düşüyor. Özellikle ABD’de Trump yönetiminin işbaşına geçtikten sonra, mevcut yönetimin döşediği mayınları temizleyebilmesi ve Amerikan stratejisini bir an önce görülür ve okunur kılması gerekiyor.
İttifak çerçevemizi değiştirecek halimiz yok. Gelgelelim, müttefiklerimizin bir değerlendirme yapması gereği var. Müttefiklerimiz Türkiye’nin dış politika ve güvenlik önceliklerine akılcı ve gerçekçi bir gözle bakmayı başarmalı. Biz de onları bu akılcı çizgi yönünde teşvik etmeli, mevcut plan ve öngörülerinin yanlışlığını anlatmalıyız.
Ne demeye çalışıyorum? İşe çok fazla tarihsel veri katmadan özetleyeyim. 1979’da önce İran Devrimi, ardında Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali kimi küresel aktörlerde alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Sahaya müdahale etmeyi kaçınılmaz gördüler. Başat unsur olarak da istihbarat aklını kullandılar. Özellikle 1980’lerin sonundan itibaren bu istihbarat aklı ve onun esasen kısıtlayıcı olan perspektifi bölge politikalarına tam anlamıyla hakim oldu.
Sonrası belli: İşgaller, savaşlar, iç savaşlar, darbeler, mikro düzeye kadar yayılan etnik ve mezhebi çatışmalar, sürekli tırmanan terör. 1980’de tetiklenen İran-Irak Savaşı’ndan bugüne olup bitenlerin bir listesi bile bu köşenin sınırlarını aşar. Büyük devletler bölgesel stratejilerinde önce bir devlet politikası belirler, sonra da istihbarat dahil bütün unsurları bu devlet politikasını destekleyici mahiyette kullanırlar.
Bölgemizde olup biten şey tam tersidir. İstihbarat aklının ürettiği taktik ve stratejik hedefler devlet politikalarının üstünü örttü. Körfez Harekatı’ndan bu yana Irak’ın sürüklendiği hal ortada. Suriye’nin hali ortada. Toplumsal, siyasal, tarihsel dokuyu hiçe sayan, sürekli çatışma dinamiği üreten, yalnızca toplumsal fay hatları üzerinden iş gören bir yıkıcı taktikler toplamı.
İstihbarat aklına dayalı strateji ve taktikler alana güçlü şekilde müdahil olabilir. Alandaki dengeleri değiştirebilir. Güç merkezlerinin oluşmasını sınırlayıp ortaya yeni dehşet dengeleri çıkarabilir. Diğer büyük aktörlerin elini kolunu bağlayan, manevra alanlarını daraltan oldubittiler gerçekleştirebilir. Acımasız, kıyıcı bir mesaj verme yöntemi olarak kullanılabilir. Açmazları çoğaltıp bölgesel ve yerel ittifak ilişkilerini belirsiz ve kaypak hale getirebilir.
Ama tek bir şeyi yapamaz: Soruna yönelik kalıcı bir çözümün ortaya çıkmasını sağlayamaz. Nihai hedef olarak kalıcı bir çözüm gözetmeyen devlet politikasının kendisi stratejik bir açmazdır. Müttefiklerimiz on yıllardır kendilerini bu açmaza tutsak kılmış durumdalar. Türkiye’ye yönelik ikircikli tutumlarının, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ortaya çıkan kuşkuların ve toplumsal psikolojinin okumasını da iyi yapamıyorlar.
Biz bölgeye yönelik tutarlı çizgimizi sürdürmeye, müttefiklerimizi de bir anlayış değişikliğine gitmeye teşvik etmeliyiz. Bu konudaki tezlerimizi ısrarla ve özenle anlatmalıyız. Suriye’de Türkiye ve Rusya’nın öncülüğünde yürütülmesi öngörülen ateşkes bu anlamda da bir ilk adımdır. Küresel ve bölgesel aktörlerin ister istemez entrik olan istihbarat aklının kısıtlayıcılığından sıyrılması ve gerçek anlamda devlet politikası üretir hale gelmesi gerekiyor.
Suriye’de çözüm bugünden yarına olacak bir iş değil elbette. Kalıcı bir çözümün ortaya çıkması belki de çok uzun yıllar alacak. Ama vekalet savaşları stratejisinin cezbesine kapılmış aktörlerin, haydi akılcı olmasından vazgeçtim, en azından gerçekçi bir çizgiye gelmesi ve karşılıklı devlet politikaları üzerinden bir müzakere zemini inşa etmesi, bunun için de gereken devlet ciddiyetini sergilemesi her şeyi baştan aşağıya değiştirebilir.