FETÖ’yle mücadele bir vatan mücadelesidir. Son on yılların başka hiçbir mücadelesine benzemez. Yerleşik siyasi mücadele biçimlerimizi altüst eden, ters yüz kılan bir yanı var. İdeolojik pozisyon üzerinden okunacak, tanımlanacak ve verilecek bir mücadele değil bu. Her birimize ayrı ayrı sorumluluklar yükleyen, ama bizi aynı amaçta buluşturan bir mücadele. Bunun anlamını ve değerini kavramak zorundayız.
Geçen hafta net biçimde tanımlamaya çalıştım, bir kez daha aynı cümlelerle altını çizeyim: Bu mücadelede ideolojik kimliklerimizin başat bir değeri ve belirleyiciliği yok. Bu mücadelede vatana sahip çıkmanın, geleceğimizi ve demokrasiyi korumanın, hep bir arada varolmayı güvence altına almamızın değeri var. En sona da şunu ekledim: Kimliklerimizden bağımsız olarak, yaptığımız şey vatan savunmasıdır.
Bu bilinci korumak ve üstüne titremek durumundayız. Yüz yüze kaldığımız sorunlar toplamının can alıcılığına ilişkin bu bilinçten en küçük sapma bile mücadeleyi sulandırmak anlamına gelir. 15 Temmuz’daki hain darbe girişimi sıradan bir iş değildir. Kolayca savuşturulmuş, herkesin 2,5 ay içinde fabrika ayarlarına dönmesini gerektiren, yerleşik siyaset yordamlarını eski usulce mümkün kılan bir iş değildir.
Hepimizin kendi başına ve birbirine sorması gereken soru açık ve çok basit aslında: Eğer 15 Temmuz’daki hain darbe girişimi başarıya ulaşmış olsaydı nasıl bir Türkiye’de yaşıyor olacaktık? Hangi ideolojik pozisyona sahip olursak olalım, FETÖ’nün tahayyülünde yerimiz ne olacaktı? Demokrasinin askıya alındığı bir ülkede neyin mücadelesini, hangi yolla, hangi araçlarla veriyor olacaktık?
28 Şubat darbesi siyasetin geleceği ve gündelik hayat okuması açısından fazla postmodern kalmış olabilir; yaşı yetenler yeni kuşaklara 12 Eylül darbesinin acılarını uzun uzadıya anlatmayı denesinler, faydası olacaktır. Ha, bir de şu var, yaşı yettiği halde ideolojik pozisyonlarının körlüğüne kendini kapatanlar da bugünkü tutumlarını biraz olsun sorgulasalar, o da yerinde olacaktır.
Bugün verdiğimiz mücadeleyi popülist tartışma başlıklarına feda etmek gibi bir lüksümüz yok. İdeolojik fay hatlarını “kaldığımız yerden devam” kafasıyla kurgulamaya hakkımız yok. Kaldığımız yerde filan değiliz, yepyeni bir yerdeyiz. Hepimizin aklını başına devşirmeye ihtiyacı var. Geçmiş muhasebesinin üç kuruşluk değerinin olmadığı, gelecek mücadelesinin her şeye galebe çaldığı günlerdeyiz.
Düşünüyorum, acaba daha nasıl yazayım, daha açık nasıl anlatayım diye. Şöyle diyeyim: Hepimizin Ak Parti’li, CHP’li, MHP’li, HDP’li kimlikleri 14 Temmuz’daki haliyle tarihin çöplüğüne gitti. 14 Temmuz’daki halimize dönmeye çalışmak beyhude çaba. Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu apaçık söyledi zaten, bir kez daha hatırlatayım: “Artık 15 Temmuz öncesi gibi davranamayız. En başta ben davranamam.” Bunun daha açık bir ifadesi var mı? Millet bunu nasıl okuyor?
Söylemekten dilimde tüy bitti, bu milletin ortaklaşa hafızası çok güçlüdür, olup biten her şeyi kayda geçirir ve notunu verir, gereğini de sandıkta yapar. 15 Temmuz şehitleri canlarını sandık yaşasın, milletin iradesine bir daha ipotek konmasın diye verdiler. Muhalefet uğruna ideolojik konsolidasyon arayışlarının bugün beş paralık değeri yoktur, yanlış yoldur, bu arayışlar FETÖ zihniyetinin dolaylı yansımaları olarak okunacaktır.
Bugün bunu okumaktan aciz olanların yarın Türkiye siyasetinde söz sahibi olma şansı yok. Ortak gelecek kavrayışını ıskalayanların yarını kurma şansı olmayacağı gibi. Unutmayalım, 15 Temmuz’a varasıya mevcuttan kurtulmak için her tür gayrimeşru yol mubah sayıldı. FETÖ ve dış destekçileri de bunu sonuna kadar sömürdü, akla gelebilecek herkesle ittifak ilişkisine girdi. O herkes var ya, başarıya ulaşmış bir darbe girişiminde onların hayat hakkı filan olmayacaktı. Bunu anlayalım artık. Ona göre davranalım.