Kimi dostlarım soruyor: “Demirtaş’ın ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ grup konuşmasından beri HDP bir siyasi mevtadır” diye yazıp duruyorsun. Gerekçelerin nedir? Biraz açsana. Açayım. Aslında çok karmaşık akıl yürütmeler gerektirmeyen bir saptama bu. Bolca muhalif dostum, tanıdığım var. Bunların azımsanmayacak bir bölümü 7 Haziran ve 1 Kasım’da oyunu HDP’ye verdi. Oyunu HDP’ye vereceğini söyleyen dostlara 7 Haziran öncesi bir dizi soru yöneltmiştim sohbetlerimizde.
Örnekse: “Bu kadar keskin bir Erdoğan ve Ak Parti düşmanlığının üreteceği siyaset nedir? Nereye varmayı umuyorsunuz? Anladım, HDP barajı geçsin, Ak Parti tek başına iktidar olamasın istiyorsunuz. Peki, 7 Haziran sonrası nasıl bir hükümet öngörüyorsunuz?” Bu soruya HDP ile MHP’yi bir araya getiren fanteziyle cevap veren dostlar azınlıktaydı. Onlara da dilimin döndüğünce MHP’nin toplumsal tabanını ve ideolojik ilkelerini anlatmaya, bu işin olmazlığını göstermeye çalıştım. “Bu bir siyaset üretme biçimi değil, akıldışı ve gerçekdışı bir beklenti” dedim özetle.
Bu fanteziye gönül yatırmayan çoğunluğa ise şu soruyu sordum: “Anketlerde benim göremediğim bir şey mi görüyorsunuz? CHP ve HDP’nin birlikte 276’yı bulacağını mı sanıyorsunuz? Şurası açık ki ya Ak Parti yine tek başına iktidar olacak, ya da Ak Parti’siz bir koalisyon kurulamayacak.” CHP-HDP’nin 276’yı bulacağını düşünen yok gibiydi neredeyse. O zaman da şu soruyu sordum: “Erdoğan ve Ak Parti’yi bu kadar düşmanlaştıran HDP’nin bundan sonraki süreçte muhatabı kim olacak? HDP tek makul muhatabını da yitirmiş olmayacak mı? Çözüm süreci nasıl yürütülecek?”
Bu soruya dişe dokunur tek bir cevap alamadım o günlerde. 7 Haziran gecesi HDP tüm kapıları kapatarak katı tutumunu bir kez daha tescil etti. Siyasi tutumlar karmaşık sosyopolitik analizler gerektirmez çoğu zaman. Kestirilebilir sonuçlara işaret ederler. O sonuçlara ilişkin birer irade bildirimi niteliğindedirler. Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir lider ve partinin cesaret edemediği şeye, Erdoğan ve Ak Parti cesaret etmişti oysa. Bu sayede HDP’nin önünde de müthiş bir imkan alanı açılmıştı. İktidar partisinin sahip olduğundan daha geniş bir imkan alanı. Yapıcı bir sürecin anahtarıydı bu.
HDP başından beri bunu değil, terör örgütünün kendisine biçtiği rolü benimsedi. Dolmabahçe’de çözüm sürecine ilişkin karşılıklı irade bildiriminin tarihi 28 Şubat 2015’ti. HDP bunu ilk dakikadan itibaren bir “mutabakat” olarak pazarlamayı seçti. PKK direktifiydi bu. Terör örgütleri, tabanları üzerindeki hakimiyeti korumak için her tür demokratik kazanımı bir “zafer” olarak ilan etmek, tüm kazanımların kendi zoruyla olduğu izlenimi oluşturmak isterler.
Demirtaş’ın grup konuşmasının tarihi 17 Mart 2015’ti. 7 Haziran sonrası doğacak belirsizliğin pazarlık çıtasını yükselteceğini, karşılarındaki siyasi iradenin zayıflayacağını, şiddet tehdidini “devrimci halk savaşı” adı altında kendi lehine kullanabileceğini öngörmüştü terör örgütü ve uzantıları besbelli. Erdoğan ve Ak Parti karşıtlığını yükseltmek önemliydi: Her şey Erdoğan’a ve Ak Parti’ye rağmen kazanılmış olacaktı böylece. Zafer tescillenecekti. Siyasi akıldan gittikçe uzaklaşan bu tutum HDP’yi de siyaset üretmez, üretemez hale getirdi. HDP bu tutumu gönüllü olarak benimsedi.
Suriye konjonktürü, uluslararası aktörlerin sağladığı destek, yükselen Kürt milliyetçiliği ve bunun tetikledikleri. Bunlar üzerine çokça yazdım. Yukarıdaki fotoğraf yalınkat bir açıklama değil bu yüzden. Ama HDP’nin konumunu netleştiren bir fotoğraf. O yüzden geçen hafta söylediğimi tekrarlıyorum: HDP’nin içindeki demokrat unsurlar bir yol ayrımına gelindiğini görmeli ve yapabiliyorsa kendini HDP’den ayrıştırmalı. HDP keskin ve yapıcı bir tutum değişikliğine gitmedikçe siyasi mevtadır, siyaset üretme imkanından yoksundur.