Cumhuriyet tarihimizin en zorlu dönemlerinden birini yaşıyoruz. Türkiye FETÖ, PKK ve DAEŞ’e karşı aynı anda mücadele veriyor. Devletin yeniden yapılanması kaçınılmaz. Suriye ve Irak’taki durum aktif ve önleyici bir dış politika anlayışını ve buna eşlik eden askeri operasyonları gerekli kılıyor. Müttefiklerimizle ilişkilerimizin yeniden tanımlanması şart. Müttefiklerimizi Türkiye’nin öncelik ve kaygılarını anlayıp buna göre konumlanacakları bir çizgiye çekmeye çalışıyoruz.
Bölge politikalarında, müttefiklerimiz kadar, mevcut tabloya etkiyen diğer aktörleri de gözetmek durumundayız. Türkiye-Rusya ilişkileri özel bir önem taşıyor. Türkiye-İran ilişkilerinin provokasyonlara açık olmasının engellenmesi, sağlıklı bir düzlemde tutulması gerekiyor. Bunlara daha dün HDP’ye ilişkin gelişmeler eklendi, bu konuya bir sonraki yazımda değineceğim. Gördüğünüz gibi, en kısa özet çabası bile çok sayıda kritik başlık barındırıyor.
Bunlardan teki bile herhangi bir Batı ülkesini teyakkuz haline geçirmeye, o ülkedeki siyasi aktörlerin konumlarını sorgulamalarına ve en kısa zamanda belli bir ortak çerçevede buluşmalarına yeter. Nitekim örneklerini de gördük. Gelgelelim, Türkiye’deki kimi muhalif çevreler (ki her alanda Batı’yı referans göstermeye bayılırlar) böyle bir bakışı ıskalama inadını sürdürüyor ve kendi toplumsal tabanlarının bir bölümünden de kopuyorlar. Farkındalar mı, bilemiyorum.
Türkiye’de siyasi mücadelenin artık yeni, kaçınılmaz, apaçık bir ölçütü var: 15 Temmuz. Kim ne derse desin, iş bu kadar yalın aslında. Siyasi mücadele de 15 Temmuz’un ciddiyet ve vahametini kavrayanlarla bunu kavramamakta ısrar edenler arasında sürüyor. Toplum da olan biteni izliyor. Neredeyse 15 Temmuz hiç yaşanmamış gibi davranan ve 14 Temmuz gününün alışkanlıklarını sürdürenler Türkiye’nin gerçekliğiyle sorunlu bir ilişki yaşıyor olabilir.
Bu kasıtlı bir tercihse, diyecek sözüm olmaz. Türkiye’nin mücadele ettiği terör örgütlerinin ülke içinde ve dışında çeşitli uzantıları var. Hedeflerinde de tek bir siyasi aktör ya da parti değil, Türkiye Cumhuriyeti yer alıyor. Buna bilinçli olarak katkıda bulunmak, 14 Temmuz’a özgü akıldışılığı sürdürmek ancak bunlarla işbirliği ve Türkiye düşmanlığı çerçevesinde okunabilir. Böyleleri var, ama azınlıktalar.
Bir de son yılların kara propaganda makinasının fazlasıyla etkisinde kalmış, seçilmiş iktidara karşı yapılan siyaset dışı müdahalelere göz yummayı tercih etmiş, belli karşıtlık ve düşmanlık söylemlerini siyasetinin merkezi kılmış ve bunun siyaset üretmek olduğu yanılsamasına kapılmış bazı siyasi aktörler var. Onlara bir kez daha dostça bir çağrıda bulunmaya çalışacağım.
Uzun süredir yaşadığınız, siyaset dışı ve akıldışı beklentilerle bilediğiniz Erdoğan ve Ak Parti karşıtlığının konforunu bırakın artık. 15 Temmuz’da yaşananlar toplumun belleğinde çok ciddi biçimde yer etti ve kimi milli hassasiyetlerin alanını iyice genişletti. Toplumun büyük kısmı bu hassasiyetler üzerinden ortaklaşa bir alanda buluştu. Sizin seçmen tabanınızın bir bölümü de buna dahil.
Her kesimden dostu olan, bunu korumaya özen gösteren birisiyim. Kimi dostlarım sert muhalefet tutumundan vazgeçmedi. Oturup tartışıyor, bir yere varamıyoruz. Ama 14 Temmuz günü kendini muhalif olarak tanımlayan kimi dostlarım ise artık meseleye başka bir gözle bakıyor. 15 Temmuz’un ciddiyetini anladıklarını, kimi tutumlarını sorguladıklarını, Türkiye’ye daha bir sıkı sarıldıklarını ifade ediyor. Her konuda anlaşıyor muyuz? Hayır, ama ortak bir çerçeveden tartışmayı başarıyoruz.
Kimi siyasi aktörlere basitçe şunu söylüyorum: Muhalif tutumunuzu sürdürün elbette, mücadelenizi verin, ama Erdoğan ve Ak Parti karşıtlığını bunun merkezinde tutmaktan vazgeçin artık. Bu kolaycılık gerçek anlamda siyaset üretmenize engel oluyor. Olan da yine Türkiye’ye oluyor. Önümüze gelen fırsatı bir kez olsun hep birlikte kullanmayı başaralım.