Bugün 15 Temmuz. Benim için zor bir yazı. Bir yıl geçti aradan. Gönlümdeki yangın, gönlümdeki sızı bir yıl öncekiyle aynı. Durulduğu yok, yatıştığı yok. Sönmek bilmez bir ateş düştü gönlüme. Allah’ın gücüne gitmesin, ne zormuş çalışma arkadaşını, kadim dostunu, neredeyse her gün gördüğün bir yoldaşını ve onun, emeklediği günlerine bile tanıklık ettiğin gencecik yiğit oğlunu yitirmek. İki güzel adı şehit vermek.
Erol Olçok’la Abdullah Tayyip Olçok’tan söz ediyorum elbet. Cenab-ı Allah şehadetlerini mübarek eylesin. Bize teselli, gurur, sabır, metanet versin. Şehadet makamıyla gurur duymazsak olmaz. Dostlarımızı, kardeşlerimizi, analarımızı, babalarımızı, oğullarımızı, kızlarımızı özlemezsek olmaz. 15 Temmuz’da 250 şehit verdik. 2193 gazimiz var. Asker üniforması giymiş FETÖ’cü vatan hainlerine karşı durmak için meydanlara inen milyonlarca vatandaşımıza şahitlik ettik. Allah onlardan razı olsun. Onlara minnettarız. Borcumuzu ödeyemeyiz.
***
Yeri düştükçe yazarım: Rahmetli babamla rahmetli annem, o sıra tanışık değiller daha, 1950’de ilk oylarını Demokrat Parti’ye atmışlar. 27 Mayıs’ın acısını ise birlikte yaşamışlar. Çok küçük yaştan siyasete meraklı bir çocuktum. Annemle babamın 27 Mayıs anılarını dinleyerek büyüdüm. Ben sorardım ısrarla, onlar sabırla ve zaman zaman gözleri dolarak anlatırlardı Menderes’in hazin hikayesini. Menderes, Zorlu, Polatkan her zaman aziz adlar oldu benim için.
Bir daha öylesinin yaşanmaması için dua ederdim. 70’lerin sonuna doğru siyasi tercihlerim tam keskinleşmişti ki 12 Eylül’ü yaşadım. Çok sevdiğim nice ağabeyimin işkencehanelerden çıktıktan sonraki halleriyle karşılaştım. İçim çok acıdı. Tıpkı annemle babam gibi ben de mücadeleyi kaybetmiştim. 82 Anayasası oylamasında “Evet deyip bir an önce kurtulalım bunlardan” dedi babam, “Yoksa başımızdan gitmek bilmezler. İlk seçimde bunları sandığa gömeriz nasıl olsa.
Bana demokrasinin ve sandığın değerini öğreten güzel babamı geçen yıl 17 Mayıs’ta kaybettim. Erol, işlerinin çok yoğun olduğu bir döneme denk düşmesine karşın, ertesi gün Sungurlu’ya geldi, babamın cenazesine. Ağabeyi Yılmaz da Çorum’da, köylerindeymiş, Mecidiyekavak’ta. Sağolsun, haberi duyar duymaz o da koşup gelmiş. Birbirlerinin geleceğinden haberleri yokmuş. Caminin önünde karşılaşıp şaşırdıkları an hiç çıkmıyor aklımdan. Önce birbirlerine sarıldılar. Sonra gelip beni kucakladılar. O an içime yayılan sıcaklığı anlatamam.
Ben tek çocuğum. Erol dört yaş büyüktü benden. Yakın dost olmanın ötesinde, ağabeyim gibiydi benim için. Öz ağabeyim gibi benimsemiştim Erol’u, kardeşi Cevat’ı öz kardeşim gibi severim. Erol, gönlü derya gibi bir adamdı, derde derman olmayı çok severdi. Çoğu zaman bana dert ortağı olmuştur. Öyle severdim Erol’u. Vatana, bayrağa, demokrasiye bağlılığını da hep babama benzetirdim.
***
Babamın cenazesinde omuz omuza durduk. “Eksik olma Erol,” dedim, “Benim için çok kıymetlisin.” Sadece iki ay sonra Erol’la Abdullah’ın cenazesinde saf tuttum. Gözyaşım dinesi, acım bitesi değil. Erol’u yakından tanıyan herkes “Güzel adamdı” diyor ya, vallahi ve billahi çok güzel adamdı Erol. En dertli anımda gönlüme esenlik vermeyi bilirdi. Onsuz koca bir yılı bıraktım ardımda. Gönlümde esenliğin izi kalmadı, hiçbir nesnenin tadı kalmadı.
15 Temmuz’da büyük bir iş başardı bu millet. Rahmetli babamın ömrü yetse, o gece yaşananlara içi çok acır, yine de varılan zaferle, demokrasinin kazanmasıyla kıvanırdı. Ben de kıvanıyorum elbet, “Bu millet ilk kez darbeye set çekti, FETÖ’cü alçaklara geçit vermedi” diyorum. “Memlekete, demokrasiye sahip çıktı, bir destan yazdı” diyorum. Ama rahmetli Erol’la Abdullah’ın, o gece yaşananların acısı da büyüdükçe büyüyor içimde. Dönüyor, şehadetleriyle teselli buluyorum yine. Şehadet ne yüce mertebedir, Erol’la Abdullah yanı başımızdadır, diridir. Tüm şehitlerimiz gibi.