Halep’in hali ortada. İçeride yaşadıklarımız da Suriye’de ve Irak’ta olup biten de bizim derdimizdir. Bizim tarihimizdir, bizim coğrafyamızdır. Biz ayrım gözetmez, bu dertlerin hepsiyle dertleniriz. Ülkemiz diplomatik ve insani çabalarını sürdürüyor, sürdürecek. Bir yandan da bölgede en güçlü biçimde yer almak için gereken stratejik aklı sergiliyor, sergileyecek.
Türkiye büyük ülkedir, üzerine düşen budur. Irak’ı, Suriye’yi bir etnisite ve mezhep cehennemine çeviren, çatışmaları mikro düzeye varasıya genişleten aktörlere karşı, aklın ve vicdanın sesi olarak tarihsel sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Cemil Meriç’in Bu Ülke’de yazdıklarını aklımdan hiç çıkarmam, bir uyarı olarak hep belleğimin bir köşesinde taşırım. Aşağıdaki paragrafı başka bir yazımda paylaşmıştım, bir kez daha hatırlatmayı doğru buluyorum:
“Avrupa Tanzimat’tan beri aynı emelin kovalayıcısıdır: Türk aydınında mukaddesi öldürmek. Mukaddesi, yani İslamiyet’i. Bu mukaddesin yerine kendi mukaddesini aşılayamazdı. Çünkü misyonerin hedefi, Devlet-i Aliyye’yi Hıristiyanlığa kazanmak, yani Devlet-i Aliyye ile bütünleşmek değil, ezeli düşmanını ‘etnik’ bir toz yığını haline getirmekti, istediği kalıba sokacağı şuursuz ve iradesiz bir toz yığını.”
***
Osmanlı coğrafyasını bir etnik ve mezhebi toz yığını yapmaya ant içmiş bu akla karşı hep teyakkuz halinde olmalıyız. Irak ve Suriye küresel güçlerin ve kendini onlara eşlikçi kılmış kimi bölgesel güçlerin bir laboratuvar alanına dönüştürüldü neredeyse. Hinlikle kıyıcılık iç içe geçti. Büyük bir coğrafya toz yığınına dönsün, hiçbir irade ve şuur sergileyemesin istendi.
Bölgemizdeki son 20-30 yıllık siyasal ve toplumsal gelişmeleri özenle okumak, bunlara kafa yormak, bu uğraştan asla yılmamak mecburiyetindeyiz. Stratejik hesapları tek tek mercek altına almak, Türkiye’nin üstlendiği rol ve karşısına dikilen engeller üzerine uzun uzadıya düşünmek mecburiyetindeyiz. Akılcı ve gerçekçi olmak, müttefiklerimizi akıl çizgisine çekmek mecburiyetindeyiz.
***
Cemil Meriç’in söyledikleri bir paranoyanın ürünü değil, tarihsel bir hakikatin billurlarmış halidir. Batı’dan ödünç alınmış kavram ve duyarlıklarla okunası değildir. Bugün yaşadığımız mücadele de öyle. Kendi kavramlarımızı oluşturacak, demokrasimizi güçlendirecek, iddiamızın sözcülüğünü çok daha güçlü biçimde yapacağız. Bulunduğumuz yeri pekiştirecek, mazlum coğrafyaların umut ışığı olmayı sürdürecek, Batı’ya da yön göstereceğiz.
Bunlar hamasi avunmalar değil, bir an olsun ihmal etmememiz gereken hedefler. Artık geçmiş muhasebesini bir yana bırakmak, ayrışmaları törpüleyip önemsizleştirmek, ortak geleceğimize odaklanmak zorundayız. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milli seferberlik çağrısı da önemlidir, “yeni bir ahitleşmeye gidilmesi, yeni bir mefkûre birliğinin oluşturulması” vurgusu da.
***
Aklımızı başımıza toplar, tehdit ve tehlikelerle mücadele konusunda bir ortak akılda buluşursak, bu ortak aklın geçmişte ne çok belayı savuşturduğunu ve yarın da nice belayı savuşturacağını anlayacağız. Nicedir yerinden doğrulmuş bir Türkiye var. Artık yürümesi, yeni yüzyılda yeni bir yol açması gerekiyor.
Kol kola girmeyi, omuz omuza vermeyi becerdiğimiz gün bu yola düşeceğiz. Daha önemlisi iç siyaseti normalleştirecek, pozitif siyasetin, pozitif muhalefetin yapıcı ve uyarıcı katkısı eşliğinde umduğumuzdan da hızlı yol alabileceğimizi, bölgemize ve dünyaya bir kez daha örnek oluşturabileceğimizi göreceğiz. Yeter ki isteyelim. Hep birlikte, toplumsal dayanışma içinde isteyelim. Nice şiirini Türkçeye çevirdiğim büyük ozan William Blake’in dediği gibi: “Değişen göz değiştirir her şeyi.”