Ak Parti’nin 14 yıllık iktidarı boyunca çok daha fazla ve çok daha hızlı yol alması umulurdu. Nasıl mı? Muhalefet partileri akılcı, gerçekçi ve Türkiye’nin milli çıkarlarını gözeten bir yaklaşım benimseseydi. Pek çok sorun alanında Ak Parti’den daha geride değil, daha ileride durmayı başarsaydı. Eleştiri perspektiflerini böyle yapıcı ve zorlayıcı bir konuma oturtsaydı. Tedavülden kalkmış Demirel tarzı muhalefet anlayışından sıyrılıp lafta sahip çıktıkları demokratik, gelişmiş, güçlü Türkiye hedefine odaklansaydı. Liste uzayıp gider.
Geçen 14 yıl boyunca bunların hiçbirine tanık olmadık. Ak Parti’nin ilk yıllarında muhalefet partileri pusuya yattılar önce: Ak Parti’nin vesayet düzeniyle tutuştuğu savaşta yıpranmasını, yenik düşmesini beklediler ellerini ovuşturarak. O dönem boyunca tek istisnai çıkış MHP’den geldi, 2007 genel seçimi sonrasında 367 saçmalığının aşılması için Meclis’te yerini aldı, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi. İstisnai bir haldi bu, o kadarla da kaldı.
Pederşahi yöntemlerden vazgeçmeyen muhalefetin manevra alanı, Tayyip Erdoğan’ın siyaset ustalığı karşısında daha da daraldı. Ardından, tıpkı 367 gibi, tam bir icat olan 2011 sonrası tuhaflığından medet umdular. 2011’i bir milat saydılar: 2011 genel seçiminde Ak Parti % 49,9 oy almış, sonra ne olmuşsa olmuş, Erdoğan değişmişti. Demokrasiyi bir yana bırakmış, otoriterlik duvarları örmeye başlamıştı. Hani her türden siyasi riski göze alan, o güne kadar kimsenin cesaret edemediğini yapan, 2013’te Çözüm Süreci’ni başlatan Erdoğan!
***
Bugün de tam bir siyasi hurafe olarak gördüğüm bu “2011’den sonra Erdoğan değişti” kandırmacası muhalefetin kör noktalarından biri olmayı sürdürdü. Bu süreçte Ak Parti’nin vesayet düzeniyle yaptığı savaş paralel yapının sabotaj ve sulandırmalarıyla büyük yaralar aldı elbet. Darbeci zihniyetin yargılanmasından Çözüm Süreci’ne kadar pek çok alanda tahribatlar oluştu. Erdoğan ve Ak Parti hız kessin istendi. Siyasi gelişmeleri doğru okuyamayan muhalefet burada da gerici refleksler üretti yalnızca.
***
Son 3 yıl ise bu gerici refleksin doruğa ulaşma öyküsü olarak okunabilir. Toplumsal barışa yönelik tehditler ve 17-25 Aralık darbe girişimi tekrar hevesini kamçıladı muhalefet partilerinin: Paralel yapının kurguladığı çizgiyi satın almakta, bayraktarlığını yapmakta, bundan medet ummakta bir an tereddüt etmediler. Ak Parti’nin ilk yıllarında olduğu gibi yine pusuya yattılar. Hazıra konma hayallerine kapıldılar. Demokratik düzenin yaşadığı tehditlere karşı Ak Parti’nin yanında yer alma akılcılığını gösterebilseydiler, bugün çok başka bir noktada olurlardı.
***
Gelgelelim, muhalefet partilerinin zihniyeti böyle bir tutum üretmeyi imkansız kılıyordu. Bugün de öyle. Türkiye’nin yarınına ilişkin tek bir umut ışığı görmüyorum siyasi eylem ve söylemlerinde. İdeolojik konsolidasyonla kendi manevra alanını daha da daralttığını göremeyen, bunu siyasi hinlik sanan, Suriye’yle komşu olduğumuz için neredeyse ağıt yakan, hatta tüm bir İslam coğrafyası buharlaşsa Türkiye’nin ne de güzel işlere sıvanacağını düşünen bir CHP var hâlâ karşımızda.
Tüm siyasetini PKK/PYD ekseni üzerinden tanımlayan, Suriye başta olmak üzere bölgesel sorunlara bu dar ve çıkarcı anlayıştan bakan, evrenselci görünüp milliyetçiliğin en âlâsını yapan, ülkenin milli çıkarlarını sabote edecek her platformda boy göstermeyi marifet sayan bir HDP var. Paralel yapı eşliğinde sürüklendiği siyasi açmazı çok geç fark eden, belki de çizgisinden bu kadar uzaklaştığı için ne Türk dünyası ne İslam coğrafyasına ilişkin tek bir yapıcı öneri getiren, bugün ideolojik omurgası tehdit altında olan bir MHP var. Sormak şart: Bu muhalefet partileriyle nereye kadar?