Kuzey Irak’taki referandum krizi. Almanya’da aşırı sağın barajı geçmesi ve ciddi bir oy artışı yakalaması. Bunlar sadece bugünün sıcak başlıkları. Bunun gibi çok sayıda sıcak başlıkla yüz yüzeyiz. Bölgesel sorunlar. Batı dünyasıyla ilişkilerimiz. ABD ve AB’nin kendi içinde yaşadığı alt üst oluşlar. Çift-kutuplu bir dünyadan çok-merkezli bir dünyaya geçişimiz sonrasında küresel siyasetin ağırlık merkezinin oynak ve belirsiz hale gelmiş olması.
Bu başlıkları o kadar çoğaltabiliriz ki bir bakmışsınız, sayfanın sonuna varmışız. Ciddi, akılcı ve gerçekçi yaklaşım biçimlerine ve çözüm önerilerine ihtiyacımız var. Uluslararası siyasetin bu kadar belirsizleştiği bir dönemde toplumsal dayanışmaya ve milli mutabakata ihtiyacımız var. İç siyaseti mümkün olduğunca akıldışılıklardan arındırmaya ihtiyacımız var.
Bir süredir ülkedeki kimi muhalif bakış açıları üzerine eleştirel yazılar kaleme alıyor, mevcut akıldışı yönelimlerde bu bakış açılarının belirleyici ve birincil payı olduğunu söylüyorum. Örnekse, FETÖ ile mücadele konusunda muhalefet işin başında yapıcı tutum benimsemiş olsaydı, siyaset dışı müdahalelerin yanlışlığına dair ciddi bir toplumsal mutabakat oluşurdu, siyaset akılcı, gerçekçi ve yapıcı bir çizgiye otururdu, simgeler, önyargılar, saplantılar üzerinden değil, gerçek siyasi fikir ve projeler üzerinden yürüyen bir tartışma alanımız olurdu diyorum.
İktidarı ve muhalefetiyle, zorlu bir dönemden geçmekte olduğumuzun bilinciyle hareket etmeliyiz. Kaygıların, heyecanların ve hayallerin yönettiği yaklaşımlardan kaçınmalıyız. Sakin, sabırlı ve serinkanlı olmalıyız. Ciddi sorunları iç siyasete meze etmemeliyiz. Yapıcı katkıda bulunmayı öncelik haline getirmeli, toplumsal bütünlük konusunda samimi ve ısrarlı bir hassasiyet sergilemeliyiz.
Örnekse, Kuzey Irak konusunda ne askeri çözümü önceleyen, ne safdil bir himayecilik telkin eden yaklaşımlara kapılmak doğru. Dünya siyaseti açısından bir savrulmalar döneminde yaşıyoruz. Uç senaryolarla bu savrulmaların bir parçası haline gelmemeliyiz. Türkiye büyük bir ülkedir. Son dönemde de bunun bilinciyle hareket etmektedir. Bölgesel sorunlarda çözüm ortağı olacak, Batı’yla ilişkilerimizi yeniden, onarıcı ve karşılıklı çıkarları besler biçimde tanımlayacak, yeni işbirliklerini stratejik hedeflerimizi ve yönümüzü tahkim eder şekilde oluşturacak güce sahibiz. Yeter ki akılcı olalım, sorunları onun bir parçasına dönüşerek değil, dışarıdan bakacak nesnelliği sergileyerek okumayı başaralım.
Immanuel Wallerstein 15 Eylül’de kendi web sitesinde “Kaotik Belirsizlik” başlığını taşıyan kısa bir yazı yayınladı. Bir önceki yazımda bu tanıma değinmiştim. Wallerstein “Kaotik bir dünya sisteminin süregiden gerçekliği bu” diyor ve kaosu “bütün aktörlerin sürekli ciddi yön değiştirmeler yaşadıkları bir durum” olarak tanımlıyor. Wallerstein’in “dünya sistemi” yaklaşımını önemserim, bu yaklaşımın Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden beri dünyaya aynı anda hakim olan ve birbirini besleyen “bütünleşme” ve “parçalanma” eğilimlerine ışık tuttuğunu düşünürüm.
Wallerstein “Dünya sistemi her zaman kaos içinde değildi” diyor ve sistemin, normal işleyişini yenileyen denge ortadan kalktığı için yapısal bir krize sürüklendiğini belirtiyor. Keskin savruluşların bu krizde olağan hale geldiğini belirtip çeşitli örnekler veriyor. Örnekler arasında Türkiye’nin S-400 savunma sistemine talip oluşu da var. Özetlemek gerekirse: Bu yön değiştirme ve salınımlar üzerine takılırsak hiçbir yere varamayız, mevcut ayrışmanın ilerici yönünün gerici yöne nasıl üstün geleceği üzerine düşünmeliyiz diyor Wallerstein.
Geçmişin durağan gerçekliği üzerinden okuyup vardığımız çelişkin tutumlarla, belirsizliğin yan etkileri ve ürünleriyle oyalanmamalıyız. ABD ve AB’nin yaşadığı alt üst oluşlar ve stratejik kafa karışıklığı karşısında, devlet geleneğimiz, tarihsel konumumuz ve bölgesel ağırlığımızla ilerici yönde durduğumuzu ve yarının küresel onarım döneminde çok ciddi bir rol oynayacağımızı unutmamalıyız. Sorunların üstesinden ancak bu bilinçle, sağlıklı yaklaşımlarla ve toplumsal dayanışmayla geleceğiz, kendimize ve ülkemize inanmalıyız.