Ak Parti’yi parçalamak

Hakan Arslan

Bugünü tartışırken biraz olsun düne bakmakta, yakın siyasi tarihimize dönüp bellek tazelemekte yarar var. Bunu bir köşe yazısının sınırları içinde, sadece ana hatlara değinerek yapmaya çalışacağım. Her şey Özal’ın Çankaya’ya çıkmasıyla başladı. Başkanlık sistemi, Kürt sorunu, dış politika, Türkiye’nin dönüşüm ve reform ihtiyacı. Tüm bu başlıklara yeni yaklaşımlar getirmek, buna ilişkin bir kamuoyu oluşturmak istedi rahmetli Özal. Körfez Krizi sırasındaki cesur, inisiyatif almayı gözeten tutumuyla da iyice sivrildi.

Özal Çankaya’ya çıktığında Erdoğan’ınki kadar güçlü bir desteğe sahip değildi. İki genel seçim zaferinin ardından, ANAP yerel seçimde ciddi bir bozguna uğramıştı. Temel neden ekonomiydi. Özal önemli bir dönüşüm süreci başlatmış, ama ekonomik vaatlerinde, özellikle de enflasyonla mücadelede başarısız olmuştu. “Orta direk” enflasyonun altında ezilmişti. ANAP’ta gruplaşmalar başlamış, bunun önüne de geçememişti.

Yine de milletin ferasetine güveniyordu Özal, millete doğruları anlatırsa karşılık bulacağına inanıyordu. ANAP’ın ciddi oy kaybına karşın, Özal’ın yaptığı çıkışlar yerleşik düzene ve başta ana akım medya olmak üzere vesayet işbirlikçilerine korkutucu bir şey olarak göründü en baştan. Usulca ve hince bir Özal imgesi kurguladılar: Özal tek adam olma sevdasındaydı, “Tonton Özal” artık tahammülsüzleşmiş, otoriterleşmişti, diktatör olma yolundaydı düpedüz.

Bir yandan bu körüklenirken, bir yandan da ANAP’ın iç dinamikleriyle oynamaya başladılar. Özal siyasi tecrübesizliği nedeniyle parti grubuna hakim olamadı. Akbulut modeli işlemedi. Liberal denen kanat milliyetçi ve muhafazakar kanadı, yani MHP ve MSP kökenlileri parti yönetiminden tasfiye etti. Mesut Yılmaz’la statükonun partisine dönüştü ANAP. 28 Şubat sürecinde askeri vesayetin senaryolarına tam uyum sağlayacak kadar esnekleşti.

Özal yeni bir parti kurmaya, Çankaya’dan inip başına geçmeye karar verdi. Ömrü vefa etmedi. Merkez siyasetin kaderi Demirel’e kalmış gibiydi. SHP’yle yaptığı koalisyonun popülist uygulamalarıyla ülkenin ekonomik kırılganlığını artırmış olan Demirel, çareyi Çankaya’ya çıkmakta buldu. Orada Özal’ın tezlerine sarıldı. Ama onca siyasi tecrübesine karşın, DYP’nin ilk kongresine bile damga vuramadı. Tansu Çiller’e söz geçiremedi. Çiller’le, laiklik vurgulu bayrak mitinginden Refahyol koalisyonuna kadar, çok farklı uçlara savruldu DYP. Tıpkı ANAP gibi yavaş yavaş eridi. Her iki partinin yönetimi de toplumsal tabanlarından koptu.

Başlangıçta ANAP’la DYP arasında bir fark vardı gerçekten. ANAP kentleşme hızı ivme kazanan Türkiye’de kentli ve reformcu bir partiydi. Tabanı yaşlanan ve kentlerde dönüşmeye başlayan DYP ise ağırlıklı olarak kırsal oylara dayanıyordu. Türkiye’nin dönüşüm süreci içinde bu farklılık ortadan kalktı. Aynı sürecin sonucu olarak RP de büyümeye başladı, ama 28 Şubat darbesiyle önü kesildi. Birbirine iyice yaklaşan bu üç tabanın merkezi inşa etmesi ve bütünleşmesi Ak Parti sayesinde oldu.

Görüyoruz, siyasi temsili berraklaştıran bu bütünleşme kimi kesimler için 14 yıldır büyük bir rahatsızlık konusu. Akla gelebilecek her tür yöntemle bu bütünlük bozulmak istendi. Tek tek saymaya gerek yok. Herkesin hafızasında tazedir. 7 Haziran öncesi HDP’ye yapılan, şimdi de MHP’ye yapılmak istenen yatırım bile bu kolektif yıkım çabasının, Ak Parti’yi parçalamak arzusunun bir yansımasına dönüşüyor.

1990’lı yıllardaki toplum mühendisliği merkez siyaseti darmadağın etti, Türkiye’yi istikrarsızlığa sürükledi. Rahmetli Özal’ın “Türkiye’nin önünde hacet kapıları açılmıştır” dediği yılları boşa harcadık. Ak Parti’nin iç dinamiklerini kurcalamaya heveslenen kimi siyaset yorumcuları yakın geçmişimizdeki tecrübeleri kasten unutabilir, ama seçmen unutmaz.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.