Ak Parti kendinden önceki merkez partileri gibi bir parti değil. Elbette ki kitle partileri kendi içlerinde pek çok olumlu ve olumsuz öğeyi barındırır. Kuşattıkları alan, taşıdıkları yaygınlık böyle bir durumu kaçınılmaz kılar. Ak Parti de bu durumdan muaf değil. Ama kendini öncekilerden ayrıştıran çok önemli bir reflekse sahip: Bütünlüğünü koruma. Siyaset tarihimizin serüvenlerinden çıkarılmış bir ders bu. Ak Parti’nin kolektif hafızasında barındığını düşündüğüm bir teyakkuz hali.
Bu teyakkuz hali demokrasimizin gelişmesi, kazanılmış hakların korunması, vesayetin yeniden can bulmasının engellenmesi açısından büyük önem taşıyor. Gelgelelim, bu teyakkuz halini her daim diri tutmak için siyasette bir ağırlık merkezine ihtiyaç var. O ağırlık merkezinin adı da belli: Tayyip Erdoğan. Üstelik yıllar içinde daha da pekişip işlevselleşen bir ağırlık merkezi bu. Siyasette bir denklem kuracaksanız, bunu Erdoğan’dan ayrıştırarak, farklılaştırarak kuramazsınız.
***
Ak Parti bugüne kadar bu siyasi gerçeğin ışığında hareket etti, bundan sonra da öyle hareket edecek. 22 Mayıs’taki olağanüstü kongrede gerçekleşecek görev değişimi, Erdoğan’ın ve Ak Parti’nin tuttuğu yolun tescili anlamına gelecek. Ne muhalefetin mevcut durumu keskin bir ayrışmanın konusu yapma çabası, ne parti içinde ve yakınındaki gruplaşmaların zaman zaman sergilediği ve bir kitle partisi için doğal olan mikro iktidar mücadeleleri bu gerçeği değiştirecek. Diyeceğim, Ak Parti’nin yakın geleceğine ilişkin bulanık senaryoların hepsi beyhude çaba.
Geçen Cumartesi günkü yazımda bazı saptamalar dile getirmiştim. Onlardan birini, tek sözcüğünü değiştirmeden bir kez daha hatırlatma gereği duyuyorum: “Siyaseti gruplar, ekipler, klikler değil, lider yönetir. Siyasetin doğası kitle partilerinde gruplaşma ve ayrışmaları kaçınılmaz kılar. Bunlar kimi zaman mikro iktidar arayışı halinde baş gösterir, kimi zaman büyük oyuna evrilir. Bu rekabet verimli kullanılırsa partiyi büyütür, aksi durumda çözülmeyi getirir. Başarılı kitle partilerinde siyaseti bu oluşumların yönettiği görülmemiştir. Siyaseti hareketin lideri yönetir. Tıpkı Erdoğan gibi.”
22 Mayıs sonrası Ak Parti’yi bekleyen şey, misyonunu ve hedeflerini daha da netleştiren, daha da gerçekleşebilir kılan, iddiasını daha da güçlü şekilde seslendiren bir yolun başlangıcıdır. Yeni anayasa ve başkanlık sistemi başta olmak üzere, milletin ihtiyaçlarına cevap veren, reform iradesini koruyan, işleyen bir sistemin oluşmasına katkıda bulunan bir dönemin başlangıcı. Dolayısıyla, 22 Mayıs sonrası Ak Parti’de sürpriz yok, yola devam var.
***
Üstelik Ak Parti siyaset sahnesinde bu yolun tek temsilcisi olmayı sürdürecek. Yukarıdaki ihtiyaçlar toplumun ve siyasetin her kesiminden katkı bekliyor. Umalım ki önyargıdan arınık her kesim bu katkının bir parçası haline dönüşsün ve muhalefet partilerinin körleştirici kıskacından kurtulsun.
“Kan dökme” söylemine sürüklenen Kılıçdaroğlu, CHP’yi de verimsiz bir ideolojik konsolidasyonun konusu yapıyor. CHP’yi büyütecek değil, daha da küçültecek bir konsolidasyon bu. Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” dediği gün bir siyasi mevtaya dönüşen ve parçası olduğu sorunun çözümündeki yegane siyasi aktörü dışlayan HDP, içi boşalmış bir siyasi söylemle kendiliğinden siyaset dışına savrulmuş bulunuyor. Bu savrulmanın suçunu başkalarında değil, kendinde arasın. Kongre tartışmalarına ve kırmızı çizgilerine kapanmış olan MHP’nin durumu ise meçhul. Bekleyip göreceğiz.
Kaba ve katı bir Erdoğan karşıtlığı üzerinden aslında çok geniş toplum kesimlerinin hedef alındığını, asıl meselenin bu kesimlerin siyaset üretir hale gelmiş olması olduğunu ve bunun da bir türlü hazmedilemediğini akıldan hiç çıkarmamalıyız ki “Ak Parti’yi ne bekliyor?” sorusuna hep aynı cevabı verebilelim.