Siham Hindavi, İdlib doğumlu Suriyeli bir hanım akademisyen. “Sultan Abdülhamid dönemi Şam Tarihi” ve “Osmanlı-Alman İlişkilerinin Tarihi Gelişimi (1876-1909)” adlı kitapların -master ve doktora tezinin- yazarı. Yardımcı doçent. Muhacir. Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi.
Hindavi, Türkiye’deki Suriyeli muhacirlerle yerli halk arasındaki ilişkilere dair mühim bir makale kaleme aldı. Timetürk’te yayımlanan “Suriyeliler ‘büyük oyun’a alet olmayacak” başlıklı bu makalenin bazı bölümlerini aşağıda dikkatinize sunmak istiyorum.
***
Suriye halkı, onlarca yıl kendisine zulmeden Esed çetelerine karşı bir devrim başlattı. Evet, halk belki yiyecek ekmek, içecek su, barınacak bir evden yoksun değildi ama hürriyet ve şerefinden yoksun yaşamak durumundaydı…Esed çeteleri, barışçıl bir şekilde başlayan ve özgürlük, şeref ve adaletten başka bir talebi olmayan halk gösterilerine; silah, ölüm, işkence, hapis ve yıkım ile karşılık verdi. Ve onunla birlikte bütün şer güçleri de devrime karşı komplo kurarak halkı ve devrimini boğmak istediler…
Gerçek şu ki, Suriye halkı hem güven içinde yaşayacağı güzel bir belde hem de hakkı ve mazlumları savunan bir ülkeyi Türkiye haricinde hiçbir yerde bulamadı. Türkiye; gerek hükümeti gerekse halkının çabalarıyla Suriyeliler için hem vatan, hem aile, hem güvenli bir ülke oldu. Zaten bu yüzden Suriye halkının büyük bir çoğunluğu Türkiye’ye göç etmeyi tercih etti. Suriyelilerin Arap kardeşlerinden bile bulamadıkları ve benzeri olmayan yakınlık, akrabalık, ortak tarih, insani muamele…
Hakikaten, hiçbir Suriyeli kendisini Türkiye’de gurbette hissetmedi. Savaşın tüm kasvetine rağmen burada kendimizi muhacir, Türkleri de ensar gördük. “Olanda hayır vardır” dedik. Ve yaşanan kriz, Türkler ile Suriyeliler arasındaki kardeşliği ortaya çıkardı. Yaşananlar, Arap ve Türk kavmiyetçilerinin ırkçı fikirleri ile Türklerin Araplara, Arapların da Türklere ihaneti masalını ve onlarca yıldır sürdürdükleri genel olarak Arapları özelde de Suriyelileri Türklerden koparma çabalarını bitirdi. Ve bu Türk-Arap kardeşliği krizin olanca zorluğuna rağmen gerçekleşti ve on yıllardır anlatılan saçmalıkları sona erdirdi.
Ortaokulda, lisede, üniversitede derslerde öğrendiğimiz; Osmanlıların “geri kalmış” ve “işgalci bir devlet” olduğuydu. Ve Osmanlılar, Suriye’ye de geri kalmışlık mirasını bırakmışlardı. Ancak okuldan eve dönüp babama (Allah onu korusun) tarih dersinde işlediğimiz bu konuyu anlattığımda bana şunları söylemişti: “Kızcağızım; Osmanlılar da tıpkı bizim gibi Müslüman idi. Osmanlı tarihi bizim tarihimizdir. Ve Osmanlı halifesi halifemizdi. Allah Osmanlı’nın günlerini geri getirsin.”
Açıkçası babamın sözlerini üniversite 4’üncü sınıfa gelene kadar anlayamamıştım. Üniversitede tarih bölümü okudum ve son sene Sultan II. Abdülhamid Han (Allah rahmet eylesin) hakkında bir ödev aldım. Ama bu ödev, tamamen fikirlerimin ve hayatımın dışında gelişti. Ve yaptığım ödev, bize öğretilen tarihin ne denli yalan ve yanlışla dolu olduğunu ortaya çıkardı. Böylece, halen devam eden Osmanlı tarihine yolculuğum başlamış oldu.
Doktora tezimi hazırlamam ve doktoramı alışım, ben ve danışman hocalarım arasında gerçek bir savaştı… Ama sonunda bir tarih doktoru olmayı başardım. Doktora tezini aldıktan sonra da yaklaşık 2 sene önce Şam’dan zoraki ayrıldım. Doğruca, Türkiye’ye, İstanbul’a yöneldim.
Cehennemden cennete gelmiş gibiydim. Başlarda dil engeli yaşamasaydım ülkemin dışında da hissetmiyordum aslında kendimi… Dil başta olmak üzere yaşadığım bazı zorluklara rağmen Türk kardeşlerimin desteğini hep hissettim. Gerçek bir kardeş gibi yardımcı oldular, kucakladılar ve yanımda durdular. Şu an görev yaptığım üniversitede çalışmaya başlamama kadar geçen süre içerisinde yaşadığım zorluklarda Türklerin yardımlarını hayatım boyunca unutamam. Ve üniversitemde; Suriye’de, başka Arap ülkelerinde ya da herhangi bir yabancı ülkede yüzde 10’unu yapamayacağım şeyleri gerçekleştiriyorum. Ve hiçbir riya duygusu taşımadan Türklere ve Türk devletine olan teşekkürümü ifade ediyorum: Teşekkürler Türkiye, devleti, halkı ve insanlarıyla…
Şunu belirteyim ki bu cömert ve güzel ülkede mutlu olmayan bir tane Suriyeli görmedim. Şunu da söyleyeyim: Biz Suriyeliler, Türkiye’ye bir başkasının yerini almaya, görevlere doluşmaya, hak etmediğimizin ticaretini yapmaya gelmedik. Herhangi bir Türk’ün rızık kapısını kapatacak bir yarışın ya da ona bizden ötürü zarar gelecek bir müsabakanın içinde değiliz. Suriyeliler, Suriye’den çıktıkları andan itibaren hayatlarını şerefleriyle sürdürebilecekleri bir iş arıyorlar. Suriyeliler, bu ülkeye faydalı olacak bir iş arıyorlar ve bu ülkenin kalkınmasına katkıda bulunmak istiyorlar.
Ben ve Türkiye’de yaşayan diğer Suriyeliler, son zamanlarda karşılaştığımız ve arkasında kimin olduğunu bilmediğimiz bir kampanya karşısında şoktayız. O kampanya ki, Suriyelilerin Türkiye’den gönderilmesini; savaş, zulüm ve ölüme terk edilmesini işliyor…
Şüphe yok ki; Türkiye üzerine büyük bir oyun oynanıyor. Ve Suriyeliler bunun farkında… Türkiye, ümmetimiz için son kale ve onu başımız olarak, liderimiz olarak görüyoruz. İslam ümmetinin yeniden şereflenmesi için Allah’tan sonraki en büyük ümidimiz… Bu yüzden, Allah izin vermesin, Suriyeliler olarak asla ve asla Türkiye’nin güvenliğine risk oluşturacak bir olayın parçası olmayacağız. Türkiye içinden ve dışından tehlike çanlarını Suriyeli mülteciler üzerinden çalıyorlar, bu ülkeyi yok edecek fitne kıvılcımını onlar üzerinden çakmak istiyorlar.
Her kim bu ülkede fesat bir iş çeviriyorsa… Suriyeli ya da Türk… Kim olursa olsun… Böyle bir süreçte haindir…
***
Kıymetli Siham Hindavi Hoca’nın makalesinin tamamı www.timeturk.com’da.