Dün bıraktığımız yerden devam edelim. Bundan yedi sene evvel tuttuğum Cape Town notlarıyla...
***
Cape Town Uluslararası Havaalanı.
Pasaport kontrolünü yapan polis, gülümseyerek “Güney Afrika’ya hoş geldiniz” diyor.
Ses tonundaki sıcaklığa bakarak, gerçekten hoş geldiğimizi düşünüyoruz.
***
Şehre giden yol.
Yolun iki tarafında fakir kenar mahalleler, perişan teneke evler.
Sonra villa tadında iki-üç katlı şık apartmanlar.
Belediye bunları kenar mahalle ahalisi için yapmış.
Daha da yapacakmış.
Hedef, “getto” utancından kurtulmak.
***
Şehir merkezine doğru, tek katlı şirin ve yer yer görkemli evlerden oluşan pırıl pırıl mahalleler
.
Temizliğin, estetiğin ve zenginliğin altını kalın çizgilerle çizen bir şehir merkezi
.
Table Mountain (Masa Dağı) ve okyanusun telkin ettiği ferahlık ve özgürlük duygusu.
***
Sokaklarda, dükkânlarda, resmi dairelerde, camilerde, her yerde, verdiğimiz selamı ciddiye alan ve selamımıza mukabele etmekle yetinmeyip mutlaka halimizi-hatırımızı soran güler yüzlü, sıcakkanlı, nazik insanlar.
İster “siyah” olsun, ister “renkli”, ister “beyaz”; Afrika yerlisi, Malayi, Hintli veya Avrupalı; Müslüman veya Hıristiyan; kime bir şey sormak istesek, kimden bir şey rica etmek istesek, terslenmeyeceğimizi bilmenin müthiş rahatlığı.
Yediğimiz yemeğin helâl olduğunu bilmenin de müthiş rahatlığı
.
Lokantaların belki yarısı İslami kurumlardan aldıkları “halal” sertifikasının gereğini yapıyor.
Bu sertifikaya sahip olmayan lokantalarda da Müslümanlar için helâle-harama dikkat ediliyor.
Mesela; “Ben Müslümanım. Ete bulaşmamış sebzeli makarna istiyorum” diyorsunuz, Hıristiyan garson sizi “Burada yemenizi tavsiye etmem efendim. Yemekleri hep aynı tencerelerde pişiriyoruz” diye uyarıyor.
***
Halkıyla ve devletiyle Müslümanlara saygılı bir ülke.
Nelson Mandela’nın ülkesi.
O Nelson Mandela ki, ırkçılığa karşı verdiği mücadelenin bedeli olarak 30 küsur sene yattığı zindandan çıkıp yeni Güney Afrika’nın başına geçer geçmez, ülke nüfusunun yaklaşık yüzde ikisini ve Cape Town nüfusunun bir rivayete göre yüzde 20’sini oluşturan Müslüman vatandaşlarıyla kucaklaşmış, 1600’lü yıllardan itibaren sömürgeciliğe, ırkçılığa, diktatörlüğe karşı mücadele eden Müslüman liderlere saygılarını sunmuş, “Şeyh Yusuf’ların, Tuan Said’lerin, İmam Harun’ların özgürlük yolu”na çiçekler dizmişti.
***
1794’te yapılan Mescid-ul Evvel, yani ilk mescit.
1884’te Sultan Abdulhamid’in gönderdiği yardımla yapılan Nur-ul Hamidiye Camii.
“İmamın Öldürülüşü” adlı biyografik romanda anlatılan İmam Harun’un 1956 yılından Apartheid rejiminin zindanlarına düşüp şehit olduğu 1969 yılına kadar imamlık yaptığı Camia Camii.
Ve daha 200 küsur mescit ve cami.
Bunları dolduran binlerce, yüzbinlerce Müslüman.
Özgürlük ve esenlik içinde.
***
Özgürlük ve esenlik.
Cape Town’da bu duyguları hücrelerimize kadar hissediyoruz.
Gerçekten hoş gelmişe benziyoruz.
Ve kesinlikle hoş bulduk.
Suç oranı da yüksekmiş, bilhassa kenar mahallelerde...
“Gece geç saatlerde şehir merkezinde de aman dikkat!” diyorlar...
Şükür ki biz bir şey görmedik o suç oranından.
***
Yine Cape Town Uluslararası Havaalanı.
Pasaport kontrolünü yapan polis halimizi hatırımızı soruyor, pasaportumuzu iade ederken teşekkür ediyor, yüzünde tatlı bir tebessümle iyi yolculuklar diliyor.
Giderayak, biraz daha ısınıyoruz Güney Afrika’ya.