Türkiye’nin Suriye ve Libya’daki askerî varlığı lüzumsuz ve faydasızmış!
Bunu ileri sürenlerin bir kısmı, Karabağ savaşında fiilen Azerbaycan’ın yanında yer alışımızı da -‘Rusya Ermenistan ordusunun mağlup edilmesine izin vermez ve bu desteğin hesabını sorar. AKP bizi umutsuz bir maceraya daha sürükledi.’ falan diye- eleştiriyordu.
Neticede Azerbaycan Türkiye’nin yardımıyla muazzam bir zafer elde etti, dayanışmanın getirdiği maddi-manevi kazanımlar sayesinde “İki devlet, tek millet” şuuru ayyuka çıktı ve Türkiye ile Azerbaycan’ın müşterek esenliği için parlak bir ufuk açıldı.
Suriye’nin kuzeyindeki askerî varlığımız ise hem o topraklardan Türkiye’ye yönelen/yönelebilecek olan terör tehditlerini bertaraf etmek hem o topraklarda yaşayan kardeşlerimizi Esed rejimine karşı korumak ve hem de Suriye sathında yeni bir düzenin kurulmasına yönelik müzakerelerde mazlumların elini güçlendirmek bakımından fevkalade lüzumlu ve faydalıdır. Yeni Suriye’nin Türkiye’ye güven veren bir devlet olmasını temin etmeye yarayacak güçlü bir koz olması bakımından da öyledir.
Libya’nın meşru hükümeti olan ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ile beraber hareket etme iradesi sergileyen Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin kalesi Trablus’u Rusya, Fransa, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan destekli darbeci askerlerin muhasarasından kurtarmaya ve iç savaşın taraflarını müzakere masasına döndürerek barış ihtimalini yeşertmeye yarayan Libya operasyonuna gelince; “Gidişat aleyhimize dönebilir, oradaki askeri varlığımızdan umduğumuz şeyin gerçekleşeceğinin garantisi yok” diye -sanki yüzde yüz zafer garantili savaş varmış gibi- peşinen tornistan mı edelim?
Gayret bizden, tevfik Allah’tan.
***
Suriye, Libya ve Azerbaycan’daki askerî varlığımız (Katar yahut Somali’deki askerî varlığımız da) ülkemizin menfaatlerine ve söz konusu ülkelerle müşterek selametimize canla başla hizmet gayretini ifade ediyor.
Bazı kimseler tank paleti üretimindeki işbirliğine istinaden ‘Ordumuz Katar’a satıldı’ diye saçmalayadursun, Türkiye’nin içe kapanarak küresel meydan okumaların üstesinden gelebileceğini veya sadece Batı’yla yahut sadece Rusya/Çin’le iş tutarak abat olabileceğini zannedenler de öyle zannetmeye devam ededursun, yükseliş halindeki yerli silah sanayimizle tahkim edilen Türk Silahlı Kuvvetleri, hükümetin sevk ve idaresi altında, yerden göğe kadar haklı davalarında ülkemize ve ülkemizin yoldaşlarına mevziler kazandırma gayretini elbette sürdürecektir, sürdürmelidir.
Polyanna Milletler Cemiyeti’nde yaşamıyoruz.
Hakkımızı aramadan yerimizde oturarak tepemize binmesini mi bekleyelim nâmerdin?
***
Ha, askerî güçle mevzi kazanmak yetmez denirse, o başka.
Tabii ki yetmez.
O mevzilerden, ortaya konulan o askerî gücün caydırıcılığından istifade ile diplomasiyi sonuna kadar çalıştırmak da gerekir.
Mesela; Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan yönetimleriyle, başta Doğu Akdeniz ve Libya konusunda olmak üzere müşterek zeminler aranmalı.
“Arap Baharı”nın kışa dönmesiyle bozulan ilişkilerin genel olarak -mümkün mertebe- tamiri için de uğraşılmalı.
İcap ederse ve mümkün olursa bizzat Sisi ile de her şeye rağmen diyalog kurulmalı.
Sisi rejiminin ağa babası olarak bu rejimin zulmünün birinci dereceden sorumluluğunu taşıyan ve üstelik Türkiye’ye ettiği fenalıkları saymakla bitiremeyeceğimiz ABD’yle maslahat icabı görüşüp konuşabildiğimize, hatta yer yer iş birliği de yapabildiğimize göre, niye olmasın?
***
Sahada da masada da hayırların fethini ve şerlerin def’ini dilerim vesselam.