Fikri Tuna, Kuzey Kafkasyalı muhacir bir ailenin çocuğu olarak 1934’te Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesine bağlı Temurağa (Kançuvey) köyünde dünyaya geldi.
“Kançuvey köyü hacim itibarıyla küçük bir köy sayılsa bile, otuzlu yıllarda fikir ve kültür bakımından önemli birikime sahip bir köydü. Köyde birkaç müftü, Mısır’da yetişmiş büyük âlimler, Halep’te okumuş âlimler yaşamaktaydı. Hem Osmanlı hem Cumhuriyet döneminde okulu olması sebebiyle köyde yaşayan kadın erkek herkes okuma ve yazma bilirdi. Sıradan halk tarafından Hülâsatü’l Beyan Tefsiri, Târih-i Taberi gibi ciddi eserlerin okunduğu ilim irfan meclisi köy, bu özelliğiyle komşu köylerden farklıydı.”
İlkokulu köyünde, ortaokul ve liseyi Şam’da, üniversiteyi Kahire’de (Ezher) okudu.
Ramazan el-Bûti, Mustafa Sıbai, Hasan Hudeybi gibi âlimlerin rahle-i tedrisinden geçti.
Kahire’de geçici hükümet kuran Cezayirli devrimcilerle tanıştı, sömürgecilerden evvel “sömürülmeye elverişlilik”ten kurtulmanın gereğine işaret eden mütefekkir Malik Bin Nebi’yi üstad edindi.
1962’de Kahramanmaraş müftüsü oldu.
İslam’ın sosyal adalete dayanan iktisadi anlayışı üzerinde hassasiyetle durması yanlış anlaşılarak “Komünist müftü” diye damgalanması üzerine 1964’te Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından merkeze çekildi.
1965’te Kırşehir müftüsü olarak tayin edildi.
1967’de Diyanet’ten izin alarak Libya’ya gitti; Beyza’daki İslam Üniversitesi’nde Usûlu’d Din Fakültesi’ni -müktesebatı yeterli bulunduğu için sadece son sınıfı okuyarak- en yüksek başarı derecesiyle bitirdi ve Cağbûb’daki lisansüstü eğitim merkezinin (Ed-Dirasâtu’l-‘Ulyâ) kelam ve felsefe bölümünde doktoraya başladı.
İslam âleminin bilhassa yazma eserler bakımından sayılı kütüphanelerinden birine sahip olan Cağbûb’da geçirdiği iki seneyi anlatırken “ilmî inkişafım daha ziyade Cağbûb’da gerçekleşti. Orada binlerce kitabı mütalaa etme imkânı buldum. Zira Cağbûb’da kütüphane ve kumdan başka beni meşgul edecek hiçbir şey yoktu” diyor.
1969’de devrim yapan Kaddafi ve arkadaşları Ed-Dirasâtu’l-‘Ulyâ’nın doktora kısmını -Ezher’in otoritesi sarsılmasın, Mısır’a jest olsun diye- iptal edince, doktorasına Sorbonne Üniversitesi’nde devam etmek için Cezayir üzerinden Fransa’ya gitmeye karar verdi.
Cezayir’de ziyaret ettiği Malik Bin Nebi, Fransa’ya gitmesini uygun bulmadı, “Cezayir’de sana ihtiyaç var” dedi.
Kaldı Cezayir’de.
Buzeria Yüksek Öğretim Okulu’nda Arapça ve İslam Felsefesi, Cezayir Üniversitesi’nin Bin Aknun’daki Edebiyat Fakültesi’nde Osmanlıca dersleri verdi.
1974’te Cezayir Tarih Araştırmaları Merkezi Başkanı Tevfik Medeni’nin “Ben seni gökte ararken yerde buldum. Artık seni bırakmam imkânsızdır, hayatımın sonuna kadar beraber çalışacağız” demesi üzerinde bu merkezde araştırmacı olarak çalışmaya başladı ve Türkiye’deki Osmanlı Arşivi’nden getirilen Cezayir’le alâkalı beş bine yakın belgeyi Arapçaya kazandırarak, ayrıca bu belgelerden hareketle ilmî makaleler yazarak, Fransa’nın tesirindeki Cezayir tarihi literatürünün tashihine hizmet etti.
Cezayir Tarih Araştırmaları Merkezi’nde Osmanlı dönemi Cezayir tarihiyle ilgili yüksek lisans ve doktora çalışmalarına ön ayak oldu, bu sahada pek çok uzman yetiştirdi.
1987’de, Tevfik Medeni’nin vefatından sonra, Yemen devletinin davetine icabet ederek, 400 senelik Osmanlı-Yemen ilişkilerinin tamamını kapsayan genel bir araştırma başlattı, Yemen’de dört başı mamur bir Osmanlı arşivi kurdu ve Suudi Arabistan’la Yemen arasında ihtilaf konusu olan Asir bölgesinin Yemen’e ait olduğunu Osmanlı belgeleriyle ispat etti.
“Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?” diye sorulur ya; çok okurken çok gezmeyi de ihmal etmedi, hem okuyarak bildi hem görerek ve tecrübe ederek.
İran’a da gitti, Hindistan’a da, Kafkasya’ya da…
Gözlemleri, izlenimleri, tespitleri, yorumları önemli ve kıymetli.
“Üstadım” dediği Malik Bin Nebi, Âlem-i İslam’in uyanışına adanmış çabalarını öpüp başının üstüne koyduğu Cemaleddin Efgani, Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub’dan daha donanımlı bulduğu Ebu’l-Alâ Mevdudi, cifir ilmine merakını tasvip etmemekle beraber “büyük bir hayranlıkla” bağlandığı Said Nursi ve daha birçok tarihî şahsiyet hakkındaki mülâhazaları da önemli ve kıymetli.
Hilafet konusu, Batı, sömürgecilik, Endülüs Medeniyeti, mezhep tartışmaları, kavmiyetçilik, Kürt meselesi vs, vs, vs, hakkındaki mülâhazaları hâkezâ.
***
Fethi Güngör, 2008’den 2016’ya kadar otuzu aşkın oturumda hatıralarını ve fikirlerini kendisine anlattırıp kayıt altına almasaydı ve “Maraş’tan Marakeş’e: Fikri Tuna” adıyla kitaplaştırmasaydı, 2017’de vefat eden Fikri Tuna’nın muazzam birikiminden istifade edemeyecektik.
Heyecanla okuduğum bu kitabı hepinize tavsiye ederim.
(Pınar Yayınları, İstanbul 2019)