Dr. Enver Haddam, Cezayirli bir nükleer fizikçi. 1991 seçimlerinde İslami Selamet Cephesi (Front Islamique du Salut / FIS) listesinden milletvekili seçildi. Fransa destekli askerî darbe üzerine 1992’de vatanını terk etmek mecburiyetinde kalıp ABD’ye sığındı. Siyasi mülteci statüsü almak için 1993’de ABD Göç ve Vatandaşlık İşleri Dairesi’ne müracaat etti. İslami Selamet Cephesi Sözcüsü ve Muhaceretteki Parlamenter Heyeti Başkanı sıfatıyla üç sene boyunca ABD’li yetkililerle görüşmelerde bulundu. Bu zaman zarfında, Göç ve Vatandaşlık İşleri Dairesi’nin izniyle yedi kere yurt dışına çıktı, muhtelif ülkelerde Cezayir’in durumuyla alâkalı toplantılara katıldı. Derken…
1996’nın aralık ayında, muhtemelen ABD ile Fransa’nın Cezayir siyasetlerinin kesişmesi üzerine, terörizm zanlısı diye damgalanarak tutuklandı Enver Haddam. Bu damganın durduk yerde nereden icap ettiğine, Haddam’ın terörist olabileceği kanaatine nereden varıldığına dair hiçbir açıklama yapılmadı. Kendisine ve avukatına da yapılmadı. Yapılmasına gerek de yoktu zaten. O sene (1996) Kongre’den geçen ve Başkan Bill Clinton’ın onayıyla yürürlüğe giren “Antiterrorism And Effective Death Penalty Act” (Terörle Mücadele ve Etkin Ölüm Cezası Kanunu), ulusal güvenlikle alâkalı davalarda delil açıklama mecburiyetini ortadan kaldırmıştı zira. Onun için bu kanuna “Secret Evidence Act” (Gizli Delil Kanunu) da denir.
Enver Haddam tam dört sene zindanda kaldı. 2000 senesinin aralık ayında zindandan çıkarken, hakkındaki suçlamanın tam olarak ne olduğunu hâlâ bilmiyordu. Zindana tam olarak niçin atıldığını bilmediği gibi zindandan tam olarak niçin çıkarıldığını da bilmiyordu. Bunlar, Haddam ve hepimiz için bugün dahî muamma. Devlet, Haddam’ı salıverirken, “Siyasi iltica talebiniz kabul edildi” dedi; o kadar. Demek ki siyasi iltica talebi kabul edilmeseymiş bugün hâlâ zindanda olabilirmiş. Siyasi iltica talebi kabul edilmemesi halinde bir göçmenin prensipte ilanihaye zindanda tutulabilmesinin mantığına dair bir açıklamayı ABD hükümetinden bugüne kadar beyhude bekledik ve beklemeye devam ediyoruz.
Bildiğimiz şu: ABD hükümeti (yargı dahil) istediği göçmeni istediği vakit istediği gibi zindana atabilir. En azından, Yüksek Mahkeme “anayasal hakların ihlal edilidği”ne hükmedip zanlının tahliye edilmesini isteyene kadar. Ki bu da genellikle seneler sürer.
Mazin En-Neccar davasını hatırlayalım: Eşi ve çocukları ABD vatandaşı, kendisi göçmen statüsünde olan bu Filistinli akademisyen, Enver Haddam gibi 1996 senesinde terör şüphesi mazeretiyle ve hakkında hiçbir resmi suçlama yapılmadan “Gizli Delil Kanunu”na istinaden tutuklanmış, Yüksek Mahkeme’nin kararıyla zindandan kurtulabilmesi için dört senenin geçmesi gerekmişti.
En-Neccar zindandan kurtuldu kurtulmasına, fakat ABD hükümetinin hışmından kurtulamadı; evraklarındaki bir ‘sorun’ gerekçe gösterilerek ABD’den sınır dışı edildi. Kıssadan hisse: ABD hükümeti bir göçmenin ipini çekmeye ahdetti mi bunun yolunu muhakkak bulur.
***
F.Gülen’in Türkiye’ye behemehal iade edilmesini veya hiç değilse bu süreçte gözaltına alınmasını talep eden hükümetimiz, “Ama bizde kanunlar var, hukuk var…” mazeretiyle topu taca atmaya çalışan ABD hükümetine, “Evet, sizde Gizli Delil Kanunu da var” deyip yukarıda mezkûr davaları hatırlatmalı ve demelidir ki:
“Haddam ve Neccar gibi tertemiz adamları yok yere zincire vurup senelerce hapsedebiliyorsunuz da bu aşağılık F.Gülen söz konusu olunca mı hukuk manyağı kesiliyorsunuz? İsrail vahşetine karşı çıkıyor diye bir üniversite hocasının Green Card’ını iptal edebiliyorsunuz da Türkiye’de 240 insanın kanına giren F.Gülen’i mi sınır dışı edemiyorsunuz? Bunlar bir yana; F.Gülen’in, CIA güdümünde olduğunu gayet iyi bildiğimiz medya organlarında Türkiye aleyhinde propaganda yapmasına mani bile olmuyorsunuz. Derdiniz hukuk değil siyaset sizin. Türkiye aleyhindeki siyasetinizin önemli bir enstrümanı olduğu ve olmaya devam ettiği için koruyup kolluyorsunuz F.Gülen’i. Veya, F.Gülen’in intikamından korktuğunuz, Türkiye’ye karşı nasıl beraber çalıştığınızı itiraf etmesinden çekindiğiniz için böyle davranıyor, aleyhinizde sağlam kozları olduğu için F.Gülen’in üzerine gidemiyorsunuz. Ya o, ya bu. Hukukun üstünlüğünden dem vurarak zekâmızı aşağılamayın, sizde bu işlerin nasıl döndüğünü gayet iyi biliyoruz!”