Aşağıdaki diyalog hayalidir ve fakat gerçek olsaydı da üç aşağı beş yukarı böyle olurdu herhalde.
-Ortalık yangın yeriyken sen iki gündür ne anlatıyorsun?
-Birinci gün “Yol Ayrımı”, ikinci gün ise “Karatay” filminin faziletlerini anlattım.
-Ama ortalık yangın yeri diyorum sana!
-Ben de onu diyorum; ortalık yangın yeriyken adamlar Karatay Medresesi’nin inşasına girişmiş, bunda bir hikmet var.
-Yaptığın işi ona mı benzetiyorsun? Sen kim, medrese inşa etmek kim!
-Doğru. Fatih Yurdakul bir medrese inşa etti ama. Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Mehmet Görmez gibi üstatlarımızın uğrak yeri olan Fatih Kitabevi’nden bahsediyorum. 40 senelik bir mazisi var bu kitabevinin. Geçenlerde Kızılay’daki Adil Han’dan Hamamönü’ndeki küçük bir Ankara evine taşınmıştı. Birkaç gün sonra gene taşınacak nasipse. Bu sefer kocaman bir Ankara evine. O da Hamamönü’nde. Gittim, gördüm. Şahane. Kültürel faaliyetler için yer arayan Ankaralı gençlere müjdeler olsun; müstakbel Fatih Kitabevi öyle geniş ve ferah ki… Fatih Abi çok sever entelektüel ilgileri olan gençlere alan açmayı ve onları ustalarla buluşturmayı. Bunu da yazmam lazım.
-Gene ne anlatıyorsun kuzum sen?
-Kitabevi diyorum. Kitap deyince… Bir annenin iki oğlundan biri denize açılmış, öbürü bürokrat olmuş, ikisinden de bir daha haber alınamamış. Bizim Mustafa Yahya Coşkun öyle değil. Bürokraside kaybolup gitmedi. Habire kitap yazıyor. Hepsi birbirinden güzel, birbirinden kıymetli. “Ufka Demir Atanlar”da Mavi Marmara’yı anlattı, “Bir Arayışın Romanı” olan “Kayıp Halife”de yeni bir dünyanın izini sürdü, “Maskeli Tarih”te Siyonizm’in şeceresini çıkardı, “Eskilerin Masalları”nda medeniyetimizin hazinelerine ışık tuttu, şimdi de “İncilerin Yıldızı” romanıyla “Kaşıkçı Elması’nın efsunlu hikâyesinin gölgesinde bir macera”ya sürüklüyor bizi. Profil Yayınları’ndan çıktı bu roman. Tarihçiliğini ve hayal gücünü konuşturdu Yahya. Çok iyi konuşturdu. Mükemmel bir Türkçeyle çok güzel konuşturdu.
-Yahu, geç bunları diyorum sana! Hatay’da cumhurbaşkanı ile poz verip şarkı türkü söyleyen yandaş sanatçılar ve onlara tepki gösteren Kılıçdaroğlu konusu dururken…
-Ha, yangın derken onu mu kast ediyordun?
-Evet yani. Mesela.
-Beni yakmadı o mevzu.
-Ruhsuzsun çünkü!
-Ruh dedin de, muhakkak bahsetmem gereken bir film daha olduğunu hatırladım: Suriye Devrimi’nin ruhunu anlatan “Kardeşim İçin – Der’a”. Nasipse 13 Nisan’da yüzlerce sinemada vizyona girecek. Yapımcısı Halis Cahit Kurutlu arkadaşım olduğu için filmi önceden seyredebildim. Suriyeli devrimci bir aile ile beraber seyrettik. Film boyunca “Vallahi öyle oldu”, “Bu noktayı çok iyi yakalamışlar”, “Bu işte, bu!” deyip durdular. Demek ki o ruhu gerçekten yakalamış.
-Ulan ben ne diyorum, sen ne anlatıyorsun! Bırak şimdi filmi-milmi! Şu Hatay meselesi hakkında iki kelam etmeyecek misin?
-Şöyle yapalım: Sen “Yol Ayrımı”, “Karatay” ve “Der’a” filmlerini seyret, “İncilerin Yıldızı”nı oku, sonra bunların mana ve ehemmiyetlerine dair üçer satır yazıp bana gönder, bir de Fatih Kitabevi’ne git ve bu kitabevinin mana ve ehemmiyetine dair de üç satır yazıp bana gönder, ben de karşılığında şu Hatay meselesiyle ilgili bir yazı yazayım.
-Topu niye böyle taca atıyorsun? Korkuyor musun?
-Hayır, eğleniyorum.