Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak tayin ettiği Melih Bulu’yu tanımam etmem.
Bu üniversitenin Bulu’dan önceki rektörlerinin zaten isimlerini bile bilmem.
Onlar Bulu’dan daha kaliteli akademisyenler miydi veya Bulu’nun aksine hiç siyasi angajmanı olmayan kimseler miydi, haberim yok.
Bulu’yu rektör olarak istemeyen Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin başlattığı protesto hareketinin haklılığı / haksızlığı tartışmasına girmiyorum.
Öğrencilerin protesto etme hakkını ise tabii ki tartışmasız kabul ediyorum.
Devletten dayak yiye yiye büyüyen bir hareketin bugün iktidarda olan mensuplarının, protestocu gençlere devletin kaba gücüyle caka satmalarını çok hazin buluyorum.
(Zaten son zamanlarda bir devlet fetişizmidir gidiyor, Allah sonumuzu hayreylesin. Devlet hepimize lazım ama devlete kutsiyet izafe etmek gibi haller Müslüman’a yakışmaz.)
İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı, protesto gösterilerinde gözaltına alınan gençlerin yarısının terör örgütleriyle irtibatlı yahut iltisaklı olduğunu ileri sürdükten sonra dedi ki: “Boğaziçi Üniversitesi, ülkemizin en güzide eğitim kurumlarından birisidir. Orada huzursuzluk çıkarmak isteyen marjinal yapılara asla müsaade etmeyiz. Hiç kimseye devletimizin gücünü sınamayı tavsiye etmiyoruz.”
Tekrar: “Hiç kimseye devletimizin gücünü sınamayı tavsiye etmiyoruz.”
“Mavi Vatan”ı savaş gemileri ve savaş uçakları ile tehdit eden muarız devletlere hitap ediyor sanki!
Protestocu gençlerden bazıları illegal sol örgütlere, düpedüz terör örgütlerine sempatizan olsalar bile yanlış bir tavır bu.
Militan adayı gençleri korkutup militanlıktan vazgeçirmeye değil, tam tersine o yolda ilerletmeye yarayan, şimdilik sadece rektörü protesto eden gençleri de farklı bir boyuta geçirebilecek olan kışkırtıcı bir tavır.
***
Gözaltılar, gözaltılar, gözaltılar…
Ekstrem davranışlar sergileyen üç-beş kişi değil, gelişigüzel 500 küsur gösterici gözaltına alındı. (Şükür ki bunların tamamına yakını serbest bırakıldı.)
Ortada -Gezi’nin ileri safhalarındaki gibi- şiddet hareketleri yok, vurdu kırdı yok; nereden icap etti devletin bu güç gösterisi?
Sorun “izinsiz gösteri” ise, Korona salgınıyla mücadele çerçevesindeki kurallara riayet şartıyla protesto gösterilerine izin verilsin, aşırılığa tevessül edilmedikçe polis bu gösterileri olabildiğince uzaktan izlesin, olsun bitsin.
Yüzlerce genci gözaltına alıp polis kayıtlarına geçirmenin, ileride başlarına dert olabilecek bir ‘fişlemeye’ tabi tutmanın ne alemi var? (“Terör örgütleriyle irtibatlı yahut iltisaklı olanlar” derseniz; onlar zaten örgüt ağalarının “Biraz polis şiddeti ve nezarethane yüzü görsünler ki iyice kıvama gelsinler” dediği gençler… Onlara, tam da o örgüt ağalarının umduğu şekilde muamele ederek terörizmin değirmenine su taşımak hiç akıl kârı değil.)
500 küsur gözaltı!
‘Maşeri vicdanı yaralayarak bu işin Gezi gibi büyümesini, ülke sathına yayılmasını, kontrolden çıkmasını sağlayalım’ mı deniyor?
Öyle denmiyorsa nedir murat edilen şey?
O kadar genç gözaltına alındı, nezarethaneye tıkıldı da ne oldu?
Pes mi etti protestocular?
Biz pes mi etmiştik aynı şey bize yapıldığında?
Gençlerin delikanlılık damarına basmayı kimseye tavsiye etmem.
“Devlete meydan mı okuyorsunuz?” derseniz, hiç akıllarında yoktuysa bile “He, meydan okuyoruz, ne olmuş?” diye diklenebilirler.
***
Boğaziçili Şeyma kardeşimiz nezarethaneden çıktığında ‘Devletimizin gücünü gördüm ve dersimi aldım’ filan demedi, şöyle dedi:
“Nezarethaneye girdiğimiz zaman, Vatan Emniyet’te, bir tabela vardı ‘Haklarınızı biliyor musunuz?’ diye. O an şeyi düşündüm, haklarımızı biliyoruz ve bunları bilip söylemekten çekinmediğimiz, dile getirmekten çekinmediğimiz için buradayız. Bir de tabii devlete değil yalnızca Allah’a kul olduğumuz ve tek otorite O’nu bildiğimiz için buradayız.”
Hadi bakalım!
Siz barışçıl protesto eylemleri yapan öğrencilere “devletin gücü”nü hatırlatırsanız, onlara devlet korkusu aşılamaya kalkarsanız, Şeyma da size böyle ‘teolojik’ bir tepki gösterir işte… ve rektör tartışması iyice rayından çıkar.