Bir meslektaşımız “Davutoğlu’nun partisi nasıl bir parti olur?” diye sormuş ve birkaç madde sıralamış.
O maddelerden bir tanesi şöyle: “Dış politikada çok daha şahin ve çok daha esnemez bir parti olur.”
Şaka mı bu?
Davutoğlu parti kurar mı kurmaz mı bilmem; ama Davutoğlu’na “esnemez” derecede “şahin”ce bir dış politikayı yakıştırmak kesinlikle abes.
Taassupla hareket eden kaba saba bir anti diplomattan bahsediyoruz sanki!
Ne alâkası var?
Bunun tam zıddından bahsediyoruz.
***
Karabağ’daki Ermeni işgalini telin etmekle beraber -bu işgali sona erdirmeye de yarayacağı ümidiyle- Ermenistan’la yakınlaşma siyaseti gütmemiş miydi Davutoğlu?
Sırbistan’ın Boşnak ve Arnavut kardeşlerimize reva gördüğü fenalıklara rağmen -o fenalıkların tekerrürünü önlemeye de yarayacağı ümidiyle- bu ülkeyle iyi ilişkilerin geliştirilmesine ön ayak olan ve Türkiye-Bosna-Sırbistan Üçlü Mekanizması’nın mimarlığını yaparak Balkanlar’da barışa muazzam bir hizmette bulunan da Davutoğlu değil miydi?
Davutoğlu’nun, ‘tu kaka’ diyen ‘esnemez şahinlere’ aldırmadan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne dostluk elini uzattığını, birbirine şüpheyle ve yer yer düşmanca bakan Ankara ile Erbil’i adeta stratejik müttefik haline getirdiğini de hatırlayalım.
Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki mülteci meselesini hal yoluna koyup gerginlik sebebi olmaktan çıkardığını ve üstelik Türk vatandaşlarına vizenin kaldırılmasının evvelce öngörülen tarihten erkene alınmasına AB’yi ikna ettiğini de hatırlayalım. (Bunlar başbakanlığının son haftalarında oldu. Davutoğlu başbakanlığı mecburen bıraktıktan sonra AB ile ilişkiler gerildi ve -mülteci meselesindeki mutabakat her şeye rağmen devam ederken- vizesiz seyahat işi yattı.)
Suriye meselesinde İran ve Rusya ile karşı karşıya gelindiği halde bu devletlerle Türkiye arasındaki bütün anlaşmaların ve işbirliklerinin -Rusya ile uçak krizinin yaşandığı kısa dönem müstesna- korunabilmesi de Davutoğlu’nun ‘rafine’ diplomatlığına bir örnektir. (ABD ve Avrupa Birliği ile iyi ilişkilere halel getirmeden, onları dengelemek için Rusya’yla stratejik yakınlaşma projesi de Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik”inden çıkmıştı zaten. Tıpkı, Türkiye’nin manevra sahasını genişletmeye matuf Afrika ve Latin Amerika açılımları gibi.)
Pek bilinmez: Rus uçağının düşürüldüğü haberini aldığında Davutoğlu’nun ilk tepkisi “Hiçbir resmi açıklamada ‘Rus uçağı’ denmesin. Rusya ile restleşme intibaı uyandırmamalıyız. ‘Milliyeti belirsiz uçak’ densin” olmuştu. (Rusya düşürülen uçağın kendilerine ait olduğunu açıklayınca, Davutoğlu da ertesi gün meclisteki AK Parti grup toplantısında yaptığı konuşmada bunu teyit etti; fakat, düşürülme esnasında uçağın milliyetinin bilinmediğini belirtmeden geçmedi.)
Davutoğlu’na “dış politikada çok daha şahin ve çok daha esnemez”lik yakıştırmak gerçekten akıl kârı değil.
***
“Peki Davutoğlu’nun Esed’le köprüleri atmasına ne demeli? ”
O, Davutoğlu hakkındaki şehir efsanelerinin ‘kritiğine’ devam etmeyi düşündüğüm yarınki yazımda inşaallah -bir kere daha- uzun uzun anlatacağım istisnai bir durum.
Polyanna Cumhuriyeti değiliz, yeri geldiğinde sertleşmek de gerekebiliyor.
Esed’in kendi halkına savaş açması meselesinde olduğu gibi…
İsrail’in Mavi Marmara’yı kana bulaması meselesinde de olduğu gibi…
Hem doğuyla hem de batıyla iyi ilişkileri alabildiğine geliştirmeyi, hele komşu ülkelerle –en başta Suriye’yle- safları alabildiğine sıklaştırmayı murat ettiği herkesçe bilinen Davutoğlu gibi bir siyasetçinin istisnai ‘şahinliklerini’ hikâyenin tamamı gibi sunmak insafla bağdaşmaz.