Amerika Birleşik Devletleri’nin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra giriştiği yahut başkaları üzerinden yürüttüğü askerî operasyonlar genellikle Washington’da yapılan hesapların içine tükürecek şekilde sonuçlandı.
Küba’da, Vietnam’da, Somali’de, Lübnan’da, Nikaragua’da, hatta Irak’ta, anlı şanlı Pentagon ve dahî CIA tezgâhlarının nasıl parçalandığını hatırlayalım.
Buralarda işler öngördükleri gibi yürümedi, pek ince olduğunu zannettikleri kaba saba siyasetleri boşa çıktı.
Şimdi de PKK vasıtasıyla Mezopotamya’yı kendi kafalarına göre şekillendirme sevdasına düştüler; Allah akıl fikir versin.
Akıl fikir vermezse bin türlü belalarını versin.
ABD’nin PYD üzerinden PKK’ya gönderdiği ağır silahlar Türkiye’nin ağırlığının altında ezilecektir inşaallah.
PYD/PKK kamplarında göndere çekilen ABD bayrakları da paçavraya dönmeye namzettir.
Fethullah Gülen’e sahip çıkmaya da devam etsinler bakalım.
En büyük derdimiz ABD’nin PKK ve FETÖ kartları olsun.
Türkiye’nin bu kartları yırtma becerisi her gün biraz daha gelişiyor nasıl olsa.
***
Beri tarafta Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, PYD lideri Salih Müslim’i Elyssee Sarayı’nda ağırlıyor…
Almanya, FETÖ zanlısı subayların iltica taleplerini kabul ediyor…
Avrupa Birliği’nin iki ağır topu, tıpkı ABD gibi, Türkiye’nin düşmanlarını Türkiye’ye resmen ve alenen tercih ediyor.
Belli ki bu tercihin bedeli neyse ödemeye hazırlar.
Ya ödeyecekleri bedelin ağır olmayacağını düşünüyorlar veya hedefledikleri şeyin en ağır bedeli bile göze almaya değecek kadar kıymetli olduğunu…
Türkiye’yi köşeye sıkıştırıp bütün millî, bölgesel ve küresel iddialarından vazgeçirmekse hedefleri, Türkiye’ye diz çöktürmekse, Türkiye üzerinde yeniden hegemonya kurmaksa, “Gezi” diyorum, “17-25 Aralık” diyorum, “Hendek savaşları” diyorum, “15 Temmuz” diyorum, üstüne bir de “Fırat Kalkanı” diyorum ve Asteriks çizgi romanlarındaki dayak yemeye doymayan Romalı Lejyonerler misali tekrar tekrar üstümüze gelmekten bir türlü vazgeçmeyen Batılıların beyhude azmine şaşıyorum.
Şimdi bir de Rusya girdi topa.
O da bayrağını ve dolayısıyla koruma kalkanını PYD/PKK’nın hizmetine sundu.
Ne gam!
Zurnanın zırt dediği yerde emperyalizmin ağa babalarının her türlü gazabını göze alarak Kıbrıs’a asker çıkaran, bunu ta 1974’te yapan, silahta ABD’ye neredeyse tam bağımlı olduğu o dönemde ABD’nin silah ambargosuna bile aldırmayıp Kıbrıs’taki askerî varlığını muhafaza ve hatta tahkim eden, geri adım atmayıp ABD’ye geri adım attıran Türkiye’nin bugün neleri göze alarak neler yapabileceğini hesap etsinler bir zahmet.
Kendi tüfeğini, roketini, tankını, silahlı İHA’sını, uzun menzilli füzesini kendi yapan ve şu son birkaç senede en feci emperyalist komploları bir bir boşa çıkararak müthiş bir özgüven kazanan Yeni Türkiye “bir gece ansızın” öyle bir gelir ki, yer yerinden oynar.
Geri püskürttüğümüz korkunç taarruzların, bozduğumuz korkunç tuzakların haddi hesabı yok.
Bundan sonraki korkunç meydan okumaların da hakkından geliriz Kadir-i Mutlak Allah’ın inayetiyle.
Yine de biz biz olalım ve özgüvene fazla güvenmeyelim.
Çok çalışalım.
Kafamızı da çok çalıştıralım.
***
Terörle mücadele becerimizi artırmaya, askerî manevra kabiliyetimizi yükseltmeye, yerli savunma sanayimizi geliştirmeye, istihbarat ağımızı genişletmeye ve güçlendirmeye süratli bir şekilde devam.
Öte yandan, muarızlarımızın yeni hamlelerine hazırlanırken, o hamlelerin önünü kesmeye veya hiç değilse gücünü azaltmaya matuf incelikli diplomatik hamleler geliştirmeyi de ihmal etmemeliyiz.
Gayet isabetli olan ‘çok boyutlu dış siyaset’ anlayışı içinde Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri ile kurduğumuz/kurmaya çalıştığımız yeni ilişkileri alabildiğine faydalı ve verimli kılmak için neler yapmamız gerektiği üzerinde de önemle durmalıyız.
En başta kendi saflarımızdaki sıkıntıları, huzursuzlukları, şikâyetleri gidererek birliğimizi-dirliğimizi ihya etmeye ve Türkiye’nin sosyo-politik, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik, sosyo-psikolojik ‘dayanıklılığını’ artırmaya bakmalıyız.
Akıl akıldan üstündür; bu hususlarda şiddetli beyin fırtınalarına ihtiyacımız var.
Zekâları, bilgi birikimleri, tecrübeleri ile öne çıkan devlet büyüklerini, siyasetçileri ve diplomatları (eski-yeni diye ayırmadan) Osmanlı’nın olağanüstü zamanlara mahsus Saltanat Şurası gibi bir şurada toplamak lazım….
Önde gelen hukukçuları, ulemayı, münevverleri, bilim adamlarını, sanayicileri, tüccarları, sivil toplum temsilcilerini de o şuraya dahil etmek lazım…
Otursunlar, meselelerimizi enine boyuna konuşsunlar, hal yolları konusunda istişare etsinler ve dört başı mamur bir yol haritası çıkarsınlar.