CNN Televizyonu’nun “Suudi kaynaklar”a dayanarak verdiği bir habere göre, Suudi Arabistan yönetimi, Cemal Kaşıkçı’nın “konsoloslukta sorgulanırken çıkan bir terslik sonucu öldüğü”nü ilan etmeye hazırlanıyor.
Konsolosluklar sorgu yerleri midir?
Ölümle sonuçlanabilen bir sorgu nasıl bir sorgudur?
Hadi bu soruları geçtik diyelim…
Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda işkenceli sorguyu -hâşâ- normal karşıladık diyelim…
Kaşıkçı için İstanbul’a gönderilen ‘sorgu’ ekibinde Suudi Arabistan Adlî Tıp Kurumu Başkanı’nın da yer almasını nasıl izah edecekler?
***
Önceden planlanarak, taammüden işlenmiş bir cinayetle karşı karşıya olduğumuz gerçeği o kadar bariz ki, hiçbir propagandanın gücü bu gerçeği gölgelemeye yetmez.
Eski bir CIA yöneticisinin de -malını bildiği için- isabetle kaydettiği gibi, bu nitelikte bir cinayetin Veliaht Prens Muhammed Bin Selman’dan emir veya onay alınmadan işlenmesinin imkânsız olduğu gerçeği de öyledir.
ABD Başkanı Donald Trump, adamını korumak için istediği kadar “Bana öyle geliyor ki bu kişiler (Kaşıkçı’yı öldürenler) serseri katiller olabilir” desin; Suudi Arabistan devletinde kendisinden habersiz uçurulan kuşun hesabını o kuşu uçuranın bütün sülalesinden sorduğu bilinen kanlı bir diktatörün emri veya onayı olmadan uluslararası şöhrete sahip bir gazeteciyi yabancı bir ülkedeki konsoloslukta öldürmeye hiçbir Suudlu cüret edemez.
Bunu tartışmak bile abes.
Ölüm timinin başında, Veliaht -aslında de facto kral- Muhammed Bin Selman’ın koruması vardı; patronunun talimatı dışında hareket etmiş olabileceğine zerre kadar ihtimal verebilir miyiz bu adamın?
***
Suudi Arabistan’dan elde ettiği menfaati çoğaltmak için Kaşıkçı cinayetini sulandırarak Kral ve Veliaht’ı kendine borçlandırmak, ABD’ye yakışır.
Bir müddettir Türkiye’ye karşı hasmane bir tutum içinde olan Suudi Arabistan’ın ‘dostluğunu’ kazanmak için Kaşıkçı cinayetinin sorumlularına yüklenmemeyi tercih etmek Türkiye’ye yakışır mı peki?
Bunu Türkiye’ye yakıştırabilen ve hükümete telkin eden çevrelere katılmıyorum.
Ahlaki açıdan, ama aynı zamanda ‘reel politik’ açıdan da bunun yanlış olacağını düşünüyorum.
Suudi Arabistan’daki mevcut yönetimin zulmüne çanak tutmak, zalimlerin cüretini artırır.
Bunun karşılığında kazanılacak olan ‘dostluk’ da ancak zulüm yolunda bir ‘dostluk’ olabilir ve Türkiye’nin Arap sokağındaki saygınlığına -dolayısıyla yeni bir Ortadoğu’nun inşasında tayin edici bir rol oynama potansiyeline- halel getirir.
Trump’la kılıç dansı yapmaya hazır mıyız?
Katar’ı satmaya hazır mıyız?
İhvan-ı Müslimin’e şeytan muamelesi yapmaya hazır mıyız?
Filistin meselesinde İsrail’in dümen suyunda gitmeye hazır mıyız?
Muhammed Bin Selman’ın vahşi Yemen siyasetini desteklemeye hazır mıyız?
Ortadoğu’ya bu dengesiz adamın zaviyesinden bakmaya hazır mıyız?
Onun yönettiği bir Suudi Arabistan’la karşı karşıya gelmemizi icbar eden kendi Ortadoğu siyasetimizden vazgeçmeye hazır mıyız?
Değilsek, o ‘dostluk’ zaten çabucak bozulur (ve bu arada Kaşıkçı cinayeti katillerin yanına kâr kalır).
Alacağımız üç beş petrodoların da bereketi olmaz.
***
Düne kadar İslam dünyasının aydınlanma prensi pozlarında olan ve Batı’da büyük itibar gören Muhammed Bin Selman’ın vahşi kişiliği bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı.
Batı basınında ‘Bu adam zaten öteden beri zalim. Ülkesinin en saygın iş adamlarını, prens olanları bile işkenceden geçirebiliyor. Muhalefetinden çekindiği prensleri ortadan kaldırmaktan bile geri durmuyor. Kadınlara bazı haklar vererek göz boyamaya çalışırken, o haklar için mücadele etmiş olan aktivistleri hâlâ zindanda tutuyor’ gibi yazılardan geçilmez oldu.
“Çöldeki Davos” organizasyonundan çekilen Batılı kuruluşların da haddi hesabı yok, çünkü bu azılı katille yan yana görünmenin maşeri vicdanı ayaklandıracağından endişe ediliyor.
Suudi Arabistan devletini ‘Bu baş belasından kurtulmamız lazım’ demeye sevk edebilecek olan bir rüzgâr esmeye başladı.
Bu rüzgârı elimizden geldiğince güçlendirmeliyiz.
Bunu Cemal Kaşıkçı’ya borçluyuz; Bin Selman’ın zulmünün bütün kurbanlarına borçluyuz.
Suudi Arabistan’ın Ortadoğu çapındaki yıkıcı siyasetinin bir nebze de olsa düzelmesi ihtimalini doğuran bu rüzgârı elimizden geldiğince güçlendirmek, Ortadoğu ile ilgili siyasi iddialarımız bakımından da boynumuzun borcudur.